Zamanı gelmişti. Uzanıp önce yolcu koltuğuna ait güneşliği
indirdi, ardından kendi tarafındakini. Bunu yaparken, yolcu koltuğunda oturan,
kapalı gözlerini güneş gözlüğünün ardına gizleyerek uyumakta olana bakmamıştı
bile. Saat henüz erken olsa da, İncek yolundan Gölbaşı’na döner dönmez, araca
önden vuran güneş ışığı oldukça güçlüydü. Uyuyan uyusundu, güneş yüzüne vurur da, uyanır
endişesiyle hızlı davranmıştı. Kendinden memnun gülümsedi. Arkada oturan
öğrencilerin sabah mahmurluğundan kaynaklanan sessizlikleri de iyiydi. Saate
baktı, okula tam zamanında ulaşacaklarını düşündü. Hızını azalttı. Uyuyan uyusundu
az daha.
Uyumuyordum oysa. Beni ve öğrencileri her sabah okula
ulaştıran servisin şoförü, güneş yüzümü yalar yalamaz uzanıp gölgeliği
indirerek, kendince, beni korumaya aldığında kapalı gözlerimin gizleyeceğini
umduğum güçlü bir merakla beklemekteydim. Tam o anı. Bir süredir her sabah tam
o anı. Acaba bu sabah da yapacak mı?
Her sabah yapmıştı. İncelikle ve doğallıkla. Sabahları
yanındaki koltuğa yerleşirken yarım ağızla söylenen günaydın’ların
yapmacıklığından incinmeden yapmıştı üstelik. Oturur oturmaz kulaklığından
yayılan müziğe ve kapattığı gözlerinin arkasına saklanışını abes bulmadan
yapmıştı.
Okul servisi kenti ardında bırakır bırakmaz, daha bir iki
yıl öncesine kadar tarım arazisi olan alanda mantar gibi bitmiş inşaatların
çirkinliğine katlanamadığım için yumuyordum gözlerimi biraz. Biraz da, yarım
kalmış bir düşü olur da yakalarsam telaşıyla. Kiminde içimin geçtiği oluyordu,
kiminde de beni çoktan bırakıp gitmiş düşe kurguyla ek yaptığım. Müziğin
zihnimi okşayışını, kurguya el verişinin gücünü enikonu duyuyordum gözlerim
kapalı olduğunda. O ilk sabahı anımsıyorum şimdi. Güneşin yüzüme vuruşuyla,
şoförümüzün benden yana ani hareketini duyumsayarak gözlerimi hafifçe
aralayışımı. Onun güneşliği indirişindeki, unutmuşuz deme ki böyle şeyleri, diğerkâmlığı.
Kendinden önce beni korumaya alışındaki “ çok insanca “ bir güdünün
belirginliğinin beni ne denli şaşırttığını. Sevinmiştim de. Ertesi sabaha kadar
aklıma gelmeyen ama servise biner binmez, önceki gün olanın yinelenip yinelenmeyeceğine
ilişkin merakın beni uykudan da, düşten de alıkoymasına şaşırışım da cabasıydı.
Her sabah yapmıştı. Düşünmeden, planlamadan, incelikle ve
doğallıkla. Uyuyana, su içene dokunulmaz bizde, diyecekti belki soran olsa.
Uyumuyordum oysa. Araç, İncek yolundan Gölbaşı’na döner
dönmez, dün sabah olduğu gibi, soluğumu tutup bekledim. Güneş parladı. O, uzandı. Gölgelik indi.
Gözlerim hala kapalıyken, tebessümün içimde büyüyüşünü izledim sessizce.
Arkadaki öğrencilerden biri hafifçe öksürdü. Servis, öncekine oranla daha az
hızla okula doğru ilerlerken, kaç gündür aklımdan geçirdiğim cümleyi bu sabah
söyleyebilirim belki diye düşündüm: Anadolu kokuyorsun Sadık bey!
Belki de yarın söylerim…
Mey