22 Eylül 2016 Perşembe

Yolda...

Zamanı gelmişti. Uzanıp önce yolcu koltuğuna ait güneşliği indirdi, ardından kendi tarafındakini. Bunu yaparken, yolcu koltuğunda oturan, kapalı gözlerini güneş gözlüğünün ardına gizleyerek uyumakta olana bakmamıştı bile. Saat henüz erken olsa da, İncek yolundan Gölbaşı’na döner dönmez, araca önden vuran güneş ışığı oldukça güçlüydü.  Uyuyan uyusundu, güneş yüzüne vurur da, uyanır endişesiyle hızlı davranmıştı. Kendinden memnun gülümsedi. Arkada oturan öğrencilerin sabah mahmurluğundan kaynaklanan sessizlikleri de iyiydi. Saate baktı, okula tam zamanında ulaşacaklarını düşündü. Hızını azalttı. Uyuyan uyusundu az daha.

Uyumuyordum oysa. Beni ve öğrencileri her sabah okula ulaştıran servisin şoförü, güneş yüzümü yalar yalamaz uzanıp gölgeliği indirerek, kendince, beni korumaya aldığında kapalı gözlerimin gizleyeceğini umduğum güçlü bir merakla beklemekteydim. Tam o anı. Bir süredir her sabah tam o anı. Acaba bu sabah da yapacak mı?

Her sabah yapmıştı. İncelikle ve doğallıkla. Sabahları yanındaki koltuğa yerleşirken yarım ağızla söylenen günaydın’ların yapmacıklığından incinmeden yapmıştı üstelik. Oturur oturmaz kulaklığından yayılan müziğe ve kapattığı gözlerinin arkasına saklanışını abes bulmadan yapmıştı.

Okul servisi kenti ardında bırakır bırakmaz, daha bir iki yıl öncesine kadar tarım arazisi olan alanda mantar gibi bitmiş inşaatların çirkinliğine katlanamadığım için yumuyordum gözlerimi biraz. Biraz da, yarım kalmış bir düşü olur da yakalarsam telaşıyla. Kiminde içimin geçtiği oluyordu, kiminde de beni çoktan bırakıp gitmiş düşe kurguyla ek yaptığım. Müziğin zihnimi okşayışını, kurguya el verişinin gücünü enikonu duyuyordum gözlerim kapalı olduğunda. O ilk sabahı anımsıyorum şimdi. Güneşin yüzüme vuruşuyla, şoförümüzün benden yana ani hareketini duyumsayarak gözlerimi hafifçe aralayışımı. Onun güneşliği indirişindeki, unutmuşuz deme ki böyle şeyleri, diğerkâmlığı. Kendinden önce beni korumaya alışındaki “ çok insanca “ bir güdünün belirginliğinin beni ne denli şaşırttığını. Sevinmiştim de. Ertesi sabaha kadar aklıma gelmeyen ama servise biner binmez, önceki gün olanın yinelenip yinelenmeyeceğine ilişkin merakın beni uykudan da, düşten de alıkoymasına şaşırışım da cabasıydı.

Her sabah yapmıştı. Düşünmeden, planlamadan, incelikle ve doğallıkla. Uyuyana, su içene dokunulmaz bizde, diyecekti belki soran olsa.

Uyumuyordum oysa. Araç, İncek yolundan Gölbaşı’na döner dönmez, dün sabah olduğu gibi, soluğumu tutup bekledim.  Güneş parladı. O, uzandı. Gölgelik indi. Gözlerim hala kapalıyken, tebessümün içimde büyüyüşünü izledim sessizce. Arkadaki öğrencilerden biri hafifçe öksürdü. Servis, öncekine oranla daha az hızla okula doğru ilerlerken, kaç gündür aklımdan geçirdiğim cümleyi bu sabah söyleyebilirim belki diye düşündüm: Anadolu kokuyorsun Sadık bey!
Belki de yarın söylerim…


Mey