Adı Melek olmasına Melek’ti ya, aslında meleğe benzer bir
yanı yoktu. Tabii, tam burada bir melek neye benzer sorusu yerinde olabilir,
ama peşin peşin söyleyeyim; soruyu üstüne alınıp cevap verme zahmetine girecek
birinin olacağı pek akla yakın olmadığından susun sustuğunuz yerde. Bir meleğin
gerçekte neye benzediğinden önemli olan, adı Melek olan kahramanımızın
görüntüsünün adıyla uyumsuzluğu, bunda anlaşalım. Tek sorunumuz bu da değil. Hikâyenin
diğer kahramanı olan İhsan’ın bünyesinde insana “ ihsan” gibi görünecek
herhangi bir şey taşımıyor oluşu da duruyor hikâyemizin girişinde kendini
göstere göstere.
Meleğe benzemeyen Melek ile insanın ihsan sözcüğü ile
bağdaştırmakta epeyce zorlandığı İhsan, bir araya gelmelerinin insana pek de
mantıklı gelmeyeceği bir yerde karşılaştılar. Bir sahafta. İhsan, sahafın,
oldukça az insan uğradığı için boşluğu kıyıda köşede kalmış şiir kitapları ve Fransız
düşünürlerinin aforizmayı andıran cümlelerini okumakla doldurduğu, dükkânına
KPSS hazırlık kitabı sormak için girmişti. Ölmüş eşinden kalma dul maaşının
artık oğlunun çay ve sigara masraflarını karşılayamaz hale geldiğini kesin bir
dille bildiren annesinin zorlamasına; bir memuriyete kapağı atacağı konusunda
garanti vererek göğüs geren İhsan’ı, beş seçeneğe indirgenmiş yeterlilik
imtihanına hazırlanmaya niyet etmişliği sürüklemişti bu aradığını bulma
ihtimali olmayan sahaf dükkânına. Görece
kısa sürmüş iş deneyimi, özel sektörün asgari ücret karşılığında insanın
kemiğindeki iliği çekip aldığı fikrine ulaşmasını kolaylaştırmış ve bu konuda
kahvedeki arkadaşlarına uzun süren nutuklar atabileceği bir bilmişliği, iki
batak partisi arasını doldurmakta kullanmasını sağlamıştı. Mahallenin tek
kıraathanesinin sahibi Mesut abinin de cesaretlenmesiyle, KPSS’nin kendisini iş
güç sahibi yapacağına inanmış ve soluğu aradığını aslında aramaması gereken bu
sahafta almıştı. Dükkânın kapısını itmesiyle işittiği çan sesiyle gelişini
haber alan sahafın okuduğu kitaptan başını kaldırmamak suretiyle istifini
bozmamış olması garip geldiyse de, buraların âdeti bu herhalde düşüncesiyle
usulca ilerledi rafların gözünü korkutan kitap kalabalığı arasından. Dışarıdan
içeri süzülen güneş ışığının tozu görünür hale getirdiği kitaplara baktı
şaşkınca. Kendisine ne aradığını sorma zahmetine katlanmayan dükkân sahibinin
genişliğine anlam veremeden ilk aklına geleni yaptı. Boğazında rahatsızlık
veren bir gıcık varmış gibi öksürdü, dikkat çekme amacıyla. Sahaf başını
kaldırıp baktıysa da, ne istediğini sormadan kitabına döndü. İlgiyi üzerine
çekemediğini kabul eden İhsan, çıkıp gitmekle aradığını kendi başına bulma
arasında kararsız kaldı bir süre. Ne yapacağını bilemediğinden, hemen yanında
duran raftan bir kitabı çekip aldı: Niteliksiz Adam, ikinci cilt. Evirdi
çevirdi, kapağını açtı. İçindeki yazıya göz attı. Elinde tuttuğunun ihtiyacı
olan olmadığı besbelliydi, yine de hemen yerine koymak istemedi. Sahafın göz
ucuyla kendisini süzdüğünden emin, bir iki sayfa daha çevirdi.
İzlendiği doğruydu. Ama izleyen elindeki De Ki İşte’ye dalıp
gitmiş olan sahaf değildi. İhsan’ın boğazından çıkan sesi işitir işitmez,
peşine düştüğü örümceği unutan Melek bir koşu gelmiş, başını hafifçe uzatıp
İhsan’ı izlemeye başlamıştı. Kendisi dâhil, hiç kimse için hiçbir zaman bir
lütuf olamayacak İhsan’ın dükkâna gelen diğer müşterilere benzemediğini bir
bakışta anlamış olmalıydı. Beş para etmez bir serseri, diye düşünmüştü belki
de. Yine de adamda Melek’in dikkat kesilmesine neden olan bir yan olmalıydı.
Belki yaydığı koku, belki pejmürdeliğiydi İhsan’ın Melek’e örümcekten daha ilgi
çekici görünmesini sağlayan. Adamın kitabı elinde tutuşundaki bir şeyin Melek
için tanıdık oluşunun açıklaması, hikâyenin sırrı. Tabii şimdilik.
Bu sırada sahaf;
“ İnsan, eninde sonunda, ancak kendi kurdunu besler…” cümlesini okuduktan sonra bir an için
gözlerini kapayıp açtı. Hikâyeye sorsanız, aklına Melek gelmiştir derdi. Ne
düşündüyse, sonunda müşterisiyle ilgilenmeye karar vermişti. Oturduğu yerden
doğruldu, İhsan’a seslendi: Aradığın özel bir kitap var mı, diye sordu. Kendi
haline bırakılmışlığına alışmış olan İhsan şaşkınlıkla döndü sahaftan yana.
Elindeki kitabı ne yapacağını bilemez gibi bir hali vardı. Adama doğru bir iki
adım attı. Durdu. Dönüp kitabı aldığı rafa bıraktı aceleyle, Melek’in usulca
yaklaştığını fark edemedi. KPSS, dedi çekinerek. KPSS kitabı arıyordum abi ben.
Karşısındakinin yüzünü yalayan öfkeye anlam verecek durumda değildi, Melek’in
üzerine dikilmiş sarı gözlerini tam da o anda fark ettiğinden. Olmaz kardeşim
bizde o aradığın, diyen sahafı duydu ama duyduğunu anlamadı. YGS, LYS, KPSS
kitaplarını sormak için dükkânının kapısını aşındıranlardan gına getirmiş olan
sahaf burnundan soluyordu. Aruoba’nın kesintiye uğramasına kızmıştı besbelli.
Ama İhsan, Aruoba’yı tanımadığı gibi Melek’in bakışlarının neden içine bir buz
dağı oturttuğunu da bilmiyordu. Sırtından soğuk ter boşandı. Bakışlarını
kaçırmak istedi, beceremedi. Melek istifini bozmadan İhsan’a bakmayı
sürdürüyordu. Yüzünü ter basmış İhsan’ın halini fark eden sahaf kızgınlığını
unutup, arkasında durduğu masadan hafifçe öne doğru eğilip İhsan’ın karşısında
donakaldığının Melek olduğunu görünce gülümsedi. Bir şey yapmaz, endişe etmeyin
dedi. İhsan’ın adamı duyduğu yoktu. Nihayetinde kendine bir parça geldiğinde,
Melek’in üzerine sabitlenmiş bakışlarının eşliğinde geri geri yürümeye başladı.
Telaşından az önce rafa bıraktığı kitaba çarpıp düşürerek kaçarcasına çıktı dükkândan. Sahaf, adamın arkasından şaşkınca bakıp
güldü. Amma da korktu, dedi gözleri İhsan’ın geçtiği yoldan bir an için
ayrılmamış olan Melek’e. Melek sahafa döndü, sarı gözlerini kocaman açarak
baktı bir süre. Sonra dönüp huzursuzca yalanmaya başladı.
Bir başka hayatta sahaf olan adli tabip, otopsi masasında
kendisini bekleyen kadının bedenine doğru eğilmişti. Kadının sol gözkapağını
kaldırdı. Canı çekilmiş göze oturmuş kanı inceledi. Elaymış, diye düşündü.
Sarıya çalan bir ela. Kenarda duran otopsi raporuna göz attı. Kadının adını
okudu. Bir melek neye benzer diye düşündü neşteri eline alırken…
Mey