4 Eylül 2016 Pazar

Sahafta...

Adı Melek olmasına Melek’ti ya, aslında meleğe benzer bir yanı yoktu. Tabii, tam burada bir melek neye benzer sorusu yerinde olabilir, ama peşin peşin söyleyeyim; soruyu üstüne alınıp cevap verme zahmetine girecek birinin olacağı pek akla yakın olmadığından susun sustuğunuz yerde. Bir meleğin gerçekte neye benzediğinden önemli olan, adı Melek olan kahramanımızın görüntüsünün adıyla uyumsuzluğu, bunda anlaşalım. Tek sorunumuz bu da değil. Hikâyenin diğer kahramanı olan İhsan’ın bünyesinde insana “ ihsan” gibi görünecek herhangi bir şey taşımıyor oluşu da duruyor hikâyemizin girişinde kendini göstere göstere.

Meleğe benzemeyen Melek ile insanın ihsan sözcüğü ile bağdaştırmakta epeyce zorlandığı İhsan, bir araya gelmelerinin insana pek de mantıklı gelmeyeceği bir yerde karşılaştılar. Bir sahafta. İhsan, sahafın, oldukça az insan uğradığı için boşluğu kıyıda köşede kalmış şiir kitapları ve Fransız düşünürlerinin aforizmayı andıran cümlelerini okumakla doldurduğu, dükkânına KPSS hazırlık kitabı sormak için girmişti. Ölmüş eşinden kalma dul maaşının artık oğlunun çay ve sigara masraflarını karşılayamaz hale geldiğini kesin bir dille bildiren annesinin zorlamasına; bir memuriyete kapağı atacağı konusunda garanti vererek göğüs geren İhsan’ı, beş seçeneğe indirgenmiş yeterlilik imtihanına hazırlanmaya niyet etmişliği sürüklemişti bu aradığını bulma ihtimali olmayan sahaf dükkânına.  Görece kısa sürmüş iş deneyimi, özel sektörün asgari ücret karşılığında insanın kemiğindeki iliği çekip aldığı fikrine ulaşmasını kolaylaştırmış ve bu konuda kahvedeki arkadaşlarına uzun süren nutuklar atabileceği bir bilmişliği, iki batak partisi arasını doldurmakta kullanmasını sağlamıştı. Mahallenin tek kıraathanesinin sahibi Mesut abinin de cesaretlenmesiyle, KPSS’nin kendisini iş güç sahibi yapacağına inanmış ve soluğu aradığını aslında aramaması gereken bu sahafta almıştı. Dükkânın kapısını itmesiyle işittiği çan sesiyle gelişini haber alan sahafın okuduğu kitaptan başını kaldırmamak suretiyle istifini bozmamış olması garip geldiyse de, buraların âdeti bu herhalde düşüncesiyle usulca ilerledi rafların gözünü korkutan kitap kalabalığı arasından. Dışarıdan içeri süzülen güneş ışığının tozu görünür hale getirdiği kitaplara baktı şaşkınca. Kendisine ne aradığını sorma zahmetine katlanmayan dükkân sahibinin genişliğine anlam veremeden ilk aklına geleni yaptı. Boğazında rahatsızlık veren bir gıcık varmış gibi öksürdü, dikkat çekme amacıyla. Sahaf başını kaldırıp baktıysa da, ne istediğini sormadan kitabına döndü. İlgiyi üzerine çekemediğini kabul eden İhsan, çıkıp gitmekle aradığını kendi başına bulma arasında kararsız kaldı bir süre. Ne yapacağını bilemediğinden, hemen yanında duran raftan bir kitabı çekip aldı: Niteliksiz Adam, ikinci cilt. Evirdi çevirdi, kapağını açtı. İçindeki yazıya göz attı. Elinde tuttuğunun ihtiyacı olan olmadığı besbelliydi, yine de hemen yerine koymak istemedi. Sahafın göz ucuyla kendisini süzdüğünden emin, bir iki sayfa daha çevirdi.

İzlendiği doğruydu. Ama izleyen elindeki De Ki İşte’ye dalıp gitmiş olan sahaf değildi. İhsan’ın boğazından çıkan sesi işitir işitmez, peşine düştüğü örümceği unutan Melek bir koşu gelmiş, başını hafifçe uzatıp İhsan’ı izlemeye başlamıştı. Kendisi dâhil, hiç kimse için hiçbir zaman bir lütuf olamayacak İhsan’ın dükkâna gelen diğer müşterilere benzemediğini bir bakışta anlamış olmalıydı. Beş para etmez bir serseri, diye düşünmüştü belki de. Yine de adamda Melek’in dikkat kesilmesine neden olan bir yan olmalıydı. Belki yaydığı koku, belki pejmürdeliğiydi İhsan’ın Melek’e örümcekten daha ilgi çekici görünmesini sağlayan. Adamın kitabı elinde tutuşundaki bir şeyin Melek için tanıdık oluşunun açıklaması, hikâyenin sırrı. Tabii şimdilik. 

Bu sırada sahaf;
“ İnsan, eninde sonunda, ancak kendi kurdunu besler…”  cümlesini okuduktan sonra bir an için gözlerini kapayıp açtı. Hikâyeye sorsanız, aklına Melek gelmiştir derdi. Ne düşündüyse, sonunda müşterisiyle ilgilenmeye karar vermişti. Oturduğu yerden doğruldu, İhsan’a seslendi: Aradığın özel bir kitap var mı, diye sordu. Kendi haline bırakılmışlığına alışmış olan İhsan şaşkınlıkla döndü sahaftan yana. Elindeki kitabı ne yapacağını bilemez gibi bir hali vardı. Adama doğru bir iki adım attı. Durdu. Dönüp kitabı aldığı rafa bıraktı aceleyle, Melek’in usulca yaklaştığını fark edemedi. KPSS, dedi çekinerek. KPSS kitabı arıyordum abi ben. Karşısındakinin yüzünü yalayan öfkeye anlam verecek durumda değildi, Melek’in üzerine dikilmiş sarı gözlerini tam da o anda fark ettiğinden. Olmaz kardeşim bizde o aradığın, diyen sahafı duydu ama duyduğunu anlamadı. YGS, LYS, KPSS kitaplarını sormak için dükkânının kapısını aşındıranlardan gına getirmiş olan sahaf burnundan soluyordu. Aruoba’nın kesintiye uğramasına kızmıştı besbelli. Ama İhsan, Aruoba’yı tanımadığı gibi Melek’in bakışlarının neden içine bir buz dağı oturttuğunu da bilmiyordu. Sırtından soğuk ter boşandı. Bakışlarını kaçırmak istedi, beceremedi. Melek istifini bozmadan İhsan’a bakmayı sürdürüyordu. Yüzünü ter basmış İhsan’ın halini fark eden sahaf kızgınlığını unutup, arkasında durduğu masadan hafifçe öne doğru eğilip İhsan’ın karşısında donakaldığının Melek olduğunu görünce gülümsedi. Bir şey yapmaz, endişe etmeyin dedi. İhsan’ın adamı duyduğu yoktu. Nihayetinde kendine bir parça geldiğinde, Melek’in üzerine sabitlenmiş bakışlarının eşliğinde geri geri yürümeye başladı. Telaşından az önce rafa bıraktığı kitaba çarpıp düşürerek kaçarcasına çıktı dükkândan.  Sahaf, adamın arkasından şaşkınca bakıp güldü. Amma da korktu, dedi gözleri İhsan’ın geçtiği yoldan bir an için ayrılmamış olan Melek’e. Melek sahafa döndü, sarı gözlerini kocaman açarak baktı bir süre. Sonra dönüp huzursuzca yalanmaya başladı.

Bir başka hayatta sahaf olan adli tabip, otopsi masasında kendisini bekleyen kadının bedenine doğru eğilmişti. Kadının sol gözkapağını kaldırdı. Canı çekilmiş göze oturmuş kanı inceledi. Elaymış, diye düşündü. Sarıya çalan bir ela. Kenarda duran otopsi raporuna göz attı. Kadının adını okudu. Bir melek neye benzer diye düşündü neşteri eline alırken…



Mey