Daha fazla erteleyemezdim. Sigarayı yaktım. Sırtımı kapının
pervazına yaslayıp, ağzımdan savrulan dumanın yarattığı griliğin içinden baktım
yüzüne. Yüzünde yabancı bir çizgi aramayı bırakalı epey olmuştu, yine de
alışkanlıktan olsa gerek, zaman zaman dikkatle bakmayı ihmal etmiyordum. Onun sırtı,
karşımdaki pervaza dayanmıştı, bakışıma bakan gözlerindeki kayıtsızlığın
benimkinin bir örneği olduğunu düşünmek yanlış olmazdı. Kapı ağzında durmuştuk.
Epeydir oradaydık. Aklı kekemeliğe mahkûmların utancının beslediği bir
sessizlikle bakıyorduk zaman zaman birbirimize. Kapıdan rahatça geçip
gidebileceğimizi düşündüğümüz, belli ki aymazlık içeren, ilk girişimimizin
üzerinden ne kadar zaman geçtiğini hesaplamaktan kaçındığımızı, birbirimize
söylemeden, sakınıyorduk. Seçme şansım olsaydı, kıstırıldığımız bu kapı ağzında
yanımda durmasını isteyeceğim kişi olmadığını biliyordu. Benzer bir tercihe
sahip olsaydı, karşısında beni istemeyeceği gün gibi ortadaydı. Seçme şansı
yalnızca hayata aittir oysa bunu öğrenmiştik. Geri dönme ya da ileriye yönelme
konusundaki seçeneksizliğimizde boğulup gideceğimizi düşünmeden edemediğimiz
bir tuhaf bekleyişin içindeydik. Ne açık ne kapalı, ne dışlayan ne buyur eden,
ne içerisi ne dışarısı; kendi başına bir mekân bile sayılamayacak bir kapı
ağzının gönülsüz ve belki de hoş karşılanmamış konuklarıydık.
Söndür şu sigarayı artık, dedi birden. Hiç demezdi. Şaşırdım.
Öyle şaşalamasam, sigarayı düşünmeden atıp ayağımla üzerine bastırıp
söndürmezdim. Daha ayağımı izmaritin üzerinde hafifçe çevirirken, orada öyle
duruşumuza renk katacak, küçük bir tartışma şansını yok ettiğimi fark etmiştim.
O saatten sonra, niye söndürüyor muşum, diye sormanın anlamı kalmamıştı. Kızdım
kendime. İçine hafif teması da alan bir kavga, azıcık itişip kakışma her
ikimize de iyi gelebilirdi. Bana geleceği kesindi. Mıhlanmışlığımıza yeni bir
soluk, sessizliğimizin aramıza gerdiği o ince tülde minik bir yırtık nefes
almayı kolay kılabilirdi. Kaçırdığımız şansın farkında olup olmadığını anlamak
için yüzüne baktığımda, bana yönelmiş – kendime duyduğuma benzer nedenler içeren –
küçük kızgınlık kıvılcımlarının rengine renk kattığını gördüm. İçin için
sevinmese miydim buna?
Kendimden hiç beklemediğimi yapacağımı, daha yapmadan sezinlediğimden
boğazımdan yükselen minik çığlığın yerini, sende benimle bu kapıdan geçebilecek
dirayet olabileceğini nasıl oldu da düşünebildim, hiç bilmiyorum cümlesinin aldığını fark edince dilimi ısırıp kopartasım geldi. Benzer bir arzunun onda da
peyda olduğunu görmek, dilimin bana lazım olduğunu hatırlamama neden olduysa
da, yapacaksa hak etmişliğimden boyun eğebilirdim. Sen kendine bak, dedi. Saçma
bir karşılıktı; olduğumuz yer ondan başka birine bakabilmemi olanaksız
kılıyordu. Dediğinin saçmalığı onda da ayan durumda olduğundan bıyık altından
güldüğünü görmek beni şaşırtmadı. Bir sigara versene, dedi neden sonra. Ben de
yakarım ama, diye uyardım. Aldırmazlığını vurgulayan omuz silkişini
sevebileceğimi düşündüğümü her ikimizden de gizleyerek sigarayı uzattım, bir
başkasını da ağzıma yerleştirdim. Sigarayı burnuna götürüp koklayışına baktım. Ağzımdakini
henüz yakmamıştım. Dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarayı cebinden
çıkardığı bir kibritle yakışını, benimkini yakmaya yeltenmeden yanan kibriti
hafifçe üfleyerek söndürüşünü, çektiği ilk nefesin ciğerlerine doluşuyla belli
belirsiz titreyişini izledim. Ben de ilk nefesi aldım açgözlülükle. Dumanım onunkine
karıştı.
Geri dönemeyiz biliyorsun, dedim. Bunu derken gayri ihtiyari
başımı çevirip geride kalana bakmıştım. İstersek geçeriz kapıdan, sen de bunu
biliyorsun dedi. O kapıdan geçişimize dair kurduğum sayısız farklı düş’ün bir
tanesinin bile gerçekleşme olasılığının düşüncesinin ben de yarattığı korkuyu
sezdirmekten ürkerek güldüm.
Seçebilseydim seni seçmezdim, dedim aniden. Bu kez gülen
oydu. Ben de, demesine gerek yoktu. Aynı anda kıpırdandık. Ama kapı ağzının
bizi seçmiş olmasından şikâyetçi değilim, demek istedim. O, içine çektiği
dumanı yüzüme boca etti. Demek istediklerimi kendinde boğup, işitilemez kılan
kekemeliğimin aynını taşıdığını bilmez gibiydi. Yüzümü buruşturup, sigarayı
attım. Bizi seçmiş kapının ağzında, gözüm üstünde, gözü üstümde öylece durmayı
sürdürdük…
Mey