Gerçekte bir zaman algısı olabilir miydi yoksa kadın ve
çocuğun rutinlerine bağlı yapay bir algı mı oluşturmuştu, bundan emin değil
Biri. Onların uyanma dedikleri eylemle başlayanın gün olduğunu biliyor. Eve döndüklerinde
yaklaşan akşamın ardında, gece denilen – kendine has bir dokunaklılık
içerdiğinden emin olduğu- zaman dilimini sakladığını da biliyor. Onlar uyanıyorlar,
çıkıp bir yerlere gidiyorlar ve ardından geri dönüyorlar. Müzik geliyor
gelişleriyle. Bir şey geçiyor, bir şey geçmiyor. Çocuk, Biri’nin masumiyet
dendiğinde tek aklına gelen şey olan, uykulara yatıyor. Kadın, Biri için aynı
anda hem çekim hem de çekince olan o odaya kapanıyor. Bir şey geçiyor, bir şey
geçmiyor. Kalıcı olan, tınısı değişse de müzik oluyor.
Yapay ya da değil, zaman algısı geçen bir şeylerle geçmeyen
bir şeyler arasına gerili Biri’nin. Örneğin, bir varsayımlar yumağından ibaret
olan düşüncelerinin. Günden güne çoğalan sorularına yanıt diye ürettiği
varsayımların bir kısmı, meyilli sokaklardan akıp giden su gibi. Bir kısmı,
baharın yumuşağıyla çağlayacak buz parçacıkları gibi çakılı zihninde. Evet,
artık belledik: Bir şey geçiyor, bir şey geçmiyor. İnanmaya hevesli olduğu
varsayımlarını birer olgu olarak kabul etme meylinin tehlikesinin farkında
olmaya yanaşmayan bir inatçılığı var Biri’nin.
Bütününü yitirmiş – belki önemsiz ama belki de hayati – bir parça
olduğundan neredeyse emin. Kadında varlığını enikonu hissettiren eksiklik, ona
ait olduğu fikrine saplanıp kalmasına neden olsa da, bir yandan bir başkasına
da ait olabileceği fikrini göz ardı etmemesi gerektiğini biliyor. O parça
neydiyse, edilgen olmadığından emin. Yapabildiklerine dayandırıyor bu kesin
inancı. Kadına ait olduğu fikri, gelen gidenin, çocuğun hatta kedinin Biri’nin artık
kendisine ait gördüğü alanın temizlenip, değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin
önerilerinin, kadın tarafından her seferinde etkili veya etkisiz bahanelerle
öteleniyor oluşunu gözlemesiyle güçleniyor. Varlığımın farkında, diye düşünüyor
Biri. Ya kendi de aynını yaptığından, bir başka insan tarafından buraya
tıkıldığımı sezdi; ya da bizzat kendi beni kendinden koparıp buraya attı.
Bir ruha sahip olduğunu, değilse de ruhani bir şeyden pay
aldığını düşünecek kadar ileri gidebilir artık. İkincisi daha akla yatkın
geliyor. Ancak diğer parçalarla bir aradayken, gerçek anlamını kazanacak ruhani
bir parçacık. Reddedilmiş bir monad. İçindeki ezilmeye karşın varsayımına sıkı
sıkıya yapışıyor. Bilse adına, tamamlanmaya duyulan özlem, derdi. Henüz bilmiyor.
Varken nasıl olduğunu bilmediğiniz bir şeyin yokluğunu hissetmekte olduğunu
iddia etmenin akıl dışı olduğunu ona söyleyecek kimse yok. Kadına ait değilse
bile, ondaki küçük kendindeki büyük eksikliğin birbirlerinde tamama ereceği
ihtimali en yeni heyecanı. Ruhundan çekip koparmış olsa da Biri’ni, o boşluğa –
yapabilirse – resmi bütünleyecek bir
puzzle parçası gibi oturacağından emin. İstenmeyişini aklına getirecek gibi
değil o anda. Yurduna kavuşma ihtimali belirmiş bir sürgünün, gurbet tutmasını
yaşıyor tüm zihni.
Kapı sesi, zaman algısını harekete geçiriyor. Nasıl geçeceği
belirsiz bir geceyi eteklerinin ucunda saklayan akşamı hissediyor. Çocuğun gülerek
anlattığı hikâyeye kulak kabartmak için kapıya yaklaştığında, önce müziğin sesi
duyulur oluyor ardından da daha önce sormadığı bir soru düşüyor aklına: Peki
kadın, artık var olmadığım o yerde
bıraktığım boşluğu, doldurmuş olabilir mi? Cevabı bir yana bırakalım, sorunun
kendisi başlı başına bir kıvranış bırakıyor Biri’nin zihninde. Müziği işitmez
oluyor. Bir şey geçiyor, bir şey geçmiyor...
Mey