‘ Neyim ‘ sorusunun cevabını bulduğu günün ertesi pazardı.
Pazar olmalı diye düşündü Biri. Kadın, çocuk ve kediye ait alandan gelmeye
başlayan sesler, çoktan ıssızlaşması gereken evin bir Pazar sabahına uyanmış
olduğunu gösteriyordu. Biri’nin içerisini, yine onun dışarısından ayıran kapıya
yaklaşarak, dışarıda neler olup bittiğine ilişkin merakıyla dikkat kesilmeyeli
saatler olmuştu. İçerisinin en karanlık köşesine sığınmış, saatler boyunca
öylece kalmıştı. Bir ara aklından, ne olduğum belli de, kime ait olduğum yeni
sorun diye geçirmişti. Kendine dair edindiği bilgi ya da farkındalık onu
rahatlatmak yerine, dondurmuştu. Anlamanın peşinden gelen, er – geç,
kabullenmekti ama Biri, kabullenmekle ilgili bir şey bildiğini sanmıyordu. Donduğunu,
donup kaldığını biliyordu yalnızca. Kedinin arada bir gelip kapısını
yokladığını belli belirsiz fark etmiş ama aldırmamıştı. Ona ne söyleyebilirdi
ki? Bir zamanlar, kim olduğuna dair hiçbir fikri olmadığı bir varlığa ait
olduğu; onun bir – Biri’ne sorsanız önemlice bir parçası – parçasıyken bilinmeyen
bir nedenle ait olduğu bütünlükten koparılıp buraya atıldığını söylese, kedi anlar
mıydı? Ben bile henüz kavrayamamışken, diye düşündü.
‘ Neyim’ sorusu yerini, ‘ kimindim ‘e bırakırken, henüz bunu
soracak gücü olmadığını biliyor. Eksik olduğunu, doğrusu, eksik bırakıldığını
bildiği gibi. Keskin, soğuk ve onulmaz gibi gelen bir acı peyda oluyor
hissedebilişinde. Bir bedeni olsaydı, bu acının onu orta yerinden bükeceğini
düşünüyor. Bununla avun bakalım, diye eğleniyor kendisiyle.
Kadının eve gelen konuklardan birinin, Biri’nin bulunduğu
yere ilişkin sorusuna, evde daha önce oturanların attıkları ıvır zıvırın
bulunduğu bir yer olduğu cevabını hatırlıyor bir anda. Bu evde yaşamış başka
bir varlığın – insan? Mümkün elbette – kendinden koparıp attığı bir parça
olması aklına yatar gibi oluyor. Derken, kadının bunu nasıl bilebileceği
sorusuyla bir parça kurtuluyor donmuşluğundan. Kadının olmalıyım, diye
düşünüyor. Akla en yakın cevap bu. Aksi halde, okuduğu yazıda kendisini tarif
etmiş olamazdı. Acele karar verme, diye uyarıyor onu içindeki temkinlice bir
şey. Belki de onun da geldiği yerde bıraktığı benim gibi bir Biri vardır ve
okuduğum metinde bahsettiği bu Biri değil, o Biri’dir. Kafasındaki karmaşanın
ağırlığı, az önceki donmuş halini aramasına neden oluyor. Ellerim olsaydı, diye
düşünüyor. Onlarla başımı sıkıca çevreler, hafifçe bastırır ve düşüncenin
sarsıntısını bir parça durdurabilirdim. Düşünmeye
kalmadan müzik yükseliyor Biri’nin dışarısından ve içerisine doluyor.
Dikkat kesilmişliğinin müziğin tanıdık oluşuyla bir ilgisi
yok. Sesin mucizevi uyumunun, hissettiği acı üzerinde yarattığı etkiyle bir
ilgisi olabilir ama. “Müzik bizim en içsel özümüzün tüm kımıldanışlarını
yeniden verir, ama hiçbir gerçeklik olmaksızın ve kendi ıstırabından
uzakta." * cümlesiyle kesinlikle ilgili. Bu cümleyi nereden bildiğini
düşünecek hali yok. Düşünmeyi ve kendini bırakıyor. Kendi ıstırabından uzağa
gitmenin mümkün olduğu bir evrenin oluşuna duyduğu minnetle gevşiyor. Bedeni olmayanın
dansının imkânını öğrenirken gülümsüyor. ‘ Kimindim peki ‘ diye düşünüp durmak,
şimdilik, şurada dursun. Biri gülümseyişi ve dansı hissediyor. Müziğin sesi az
daha yükselirken; kedinin olacak halim yok ya, diye geçiriyor ritme kendini kaptırmış
zihninden…
Mey
*Schopenhauer