Müziğe düşkünlüğü, kendisine dair, az sayıda veriden ilk
olanlarından Biri’nin. Müziğin, acıyla ve neşeyle ilişkisini keşfettiğinden bu
yana içten içe evden yükselecek o tınıların bekleyişinde biraz da. Öğrendiği her
yeni bilgiyle baş edebilmesinin müzikle mümkün olabildiğini anlıyor. Çocuğun
beğenisinin ürünü olan şarkıları daha çok sevdiğini, o şarkıların derinde bir
yerde – nedense az buçuk hatırlayabildiği – bir tür hınzırlığı
belirginleştirdiğini düşünüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde, ses yüksekliği
ayarlanmış ve kadının isteğinin yansıması olan şarkılardan hoşlanmamaya ise
kararlı. Kadından, – üstüne üstlük onun tarafından atılmış – bir parça
olabileceği fikrinin, ister istemez, yarattığı bir ön yargının kendisini
yönlendirdiğini de biliyor.
“ Neyim “ ve “ kiminim” sorularına ek soruları,
bekletebileceği kadar bekletme derdinde. Tüm bunların yerine, “ başka neyi
yapabilirim” sorusunu koydu. Bedensiz ve belirsiz bir varlığın
yapabileceklerinin sınırlı olduğunu söylüyor kendine ya, barındırdığı o itiraza
ve şüpheye meyilli yanın, bedenin eyleyebildiklerini önemsiz kılabilecek
olabilirliklere sahip olabileceği yönündeki uyarılarını görmezden gelemiyor. Her
şey sırayla sınırlaması ile susturmaya çalışıyor onu ve yapabilirlikleri
arasında susmayı bilmek olmadığını yeni yeni fark ediyor.
Müziği kendine eklemişlerin; kadının, çocuğun, - eh
atlamayalım- ve kedinin gündelik hayatlarına eklenebilmek gibi delice bir arzu
duyduğunun farkında. Oysa evin kendisine ait olmayan bölümlerine ancak onlar
olmadığı zamanda geçebilecek kadar cesareti varken, böyle bir arzunun komik
olduğunu da biliyor. O kapıdan süzülebildiği eksiklik içeren mutlu anlarda, her
bir odanın kokusunu içine çekip, nesneleri tek tek ve büyük bir dikkatle ve
elbette kedinin şüpheci denetimi altında incelerken iyi hissediyor. Öfkeye benzer
bir duygu kadının kitapları, defterleri ve yazı masasının bulunduğu odada
olduğu zaman beliriyor. Odanın orta yerinde durmuş bir beden olarak düşlüyor
kendini. Şu masayı devirdiğini, o kitapları paraladığını ve bu defterleri alıp
yok ettiğini düşlüyor bir an için. Şiddet arzusu tahammül edilemez hale
geldiğinde kendini dışarı atıveriyor. Kendine ait tek yer olduğunu kabullenmesi
gereken o karanlığa dönüyor hızla ve kadın ve çocuk eve dönüp de, müzik denilen
o sağaltıcı serbest bırakana kadar da rahatlayamıyor.
Çocuğun sevdiği ve çok sık dinlediği şarkılardan birinin
içindeki karanlığa neşe ve umut yüklediği o akşam gelene kadar bu böyle sürüp
gidiyor. Şarkı bir başka başlamış, yükselmiş ve sahip olduğunu bilmediği bir
cesaretin peyda olmasını sağlamıştı. Acaba, diye düşünmeye bile fırsat
tanımadan kendine; Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından ayıran o
kapıdan süzülüp, bir bedene sahip olmamanın işe yarar bir yanı olup olmadığını
görmeye karar verdi. Çocuğu uyurken izlemek istiyordu örneğin, kedinin peşine
takılmasını ve gittiği her odada kendisine eşlik etmesinin eğlenceli olacağını
düşünüyordu. Kendine itiraf etmese de, kadını yazarken görmek istiyordu. O masada
oturmuş, önünde defter ve elinde kalemle durup düşünüyor muydu mesela, bir
cümlenin ardına diğerini eklemeden az önce. Bir sözcüğü kullanıp kullanmamaya
karar verirken ellerini sıkıntıyla saçlarının arasında dolaştırıyor muydu ve
her şeyden önemlisi, Biri’nin aklındaki soruların cevaplar o kalemin ucunda
gizlenmiş olabilir miydi?
Çocuk uyumuş olmalıydı çoktan. Odasının kapısı açıktı. Girdi.
Uzunca baktı masumiyetin yüzüne. Soluklarını dinledi, çocuk döndükçe tedirgin
bekledi. Yüzünü kapatmış saçlarını geriye itememenin koca bir hüzün olduğunu
fark etti şaşırarak. Kedinin korumacı ve huzursuz kıpırdanışlarıyla artık o
odadan çıkması gerektiğini anladı. Sesi iyice kısılmış bir şarkının tınısını
işitti ilkin koridora çıktığında. Durdu, kulak kesildi. Şarkı tanıdıktı, içinde
çalkanmaya başlayan öfke gibi. Kararsız kaldı. Dönüp yerine gidebilir,
yeltendiği şeyi aklından çıkarmanın bir yolunu arayabilirdi. Nedenmiş, diye
itiraz etti kendine. Yine. Şimdi havayı şöyle derince içine çekmek işe yarardı
diye düşündü, bunu nereden bildiğini bilmeden ve ilerleyişe izin verdi.
Beklediği gibiydi her şey. Masa lambasının yalnızca
yakınında olanı aydınlatabildiği odanın loşluğu, radyoda çalan şarkı, masanın
dağınıklığı, tablada yanık unutulmuş sigaranın yükselen dumanı ve kadının
saçları arasındaki eli. El, gizlenmesi gereksiz bir heyecanla titriyor gibiydi.
Merak Biri’nin kıpırdayabilmesini mümkün kıldı. Varlığının kendisi dışındaki
her şey için yoklukla özdeş olduğunun bilincinde, bu kez hiç korkmadan kadına
doğru yöneldi. Hemen arkasında durdu. Ensesine dikti bakışlarını. Çünkü her şey
sırayla, dedi kendine. Öne eğilmiş başın ensede oluşturduğu kavis, bakışları
daha bir süre burada tutabilirdi. Zamanı geldiğinde, diye hatırlattı kendine. Zamanı
geldiğinde, iyice sokulup, kadının sol yanından eğilecekti masaya doğru. Yanağına
çok yakın tutacaktı kendini ve kokusunu duyacaktı. Ardından masaya yöneltecekti
bakışlarını ve kadının zihnindeki bir gizin kâğıdın beyazlığına aksinin tanığı
olacaktı.
Kadının soluna yanaştı, hafifçe
öne eğildiğini düşledi. Kokuyu aldı ve yazılmış son cümleyi gördü: “ Her zaman
yakılacak bir cadı bulunur.” Durdu. Sakinim, dedi kendine. Döndü, acelesiz bir
ilerlemeyle kendine ait mekânın kapısına ulaştı. Köşesine çekildi. Cümleyi düşündü.
Kadının mırıldandığı şarkı, zihninde hazla devam ederken, o an için mantıklı
görünen açıklamayı düzgün bir cümle ile ifade etmeye çalıştı kendine:
Belki de, dedi. Kadının yakmaya
kıyamadığı için buraya tıkıştırdığı cadısıyımdır. Fikri zihninde ölçüp biçerken
enikonu belirginleşmeye başlayan düş kırıklığını bastırmaya gerek görmedi. Bu esnada
çalan şarkının değiştiğini fark etmedi...
Mey