*
Bir kırık vardı, söylenmişti, yerkabuğunda, eskiçağdan kalma depremler doğuran tektonik bir deniz dibinde, tekneler batar kürekleri kalırdı. Duvarları delip geçebilen çocuk olmak gerekmezdi,ince çizgiler bilmek istemezdi, o yarıklar alıp yutardı beni, buz kırıklarından gövdemle bırakırdım kendimi.
*
Delip geçen, yuvalar açan, boşluklar kuran salınış. Sayrılık nöbetleri tutup savuşturur eteklerini uçlarının. Kendini bırakış, boşluğun uzvu, kendisi oluş: esrime. Çalıntı an. İç cepte sökün eden yırtık ve yuvarlanış. Sonra - ki an içinde sekme, tepeleme düzene başkaldıran - geometrisi bilinmeyen hacmiyle yanık kokusu, bulanık zaman. Kurtçukların uğramadığı, düpedüz ölümlü olduğu bilinen cesedin kımıltısız, kendisiyle kalakalışı. Niteliksiz duruş. Dip zaman.
*
Biteviye yaşadım bu karanlığı, aynılığından akan başkalıkla, yabancılaşmadan yabancısı kesilerek, içinde kaldım sonunda. Bekledim baltanın tok sesini gövdemde, köke uzak, kökten yukarda, toprağıma teğet, devrilmeye yakın - gelmedi. Direndim, bırakmadı kendini yaprağımın sözü nefesi, yükselen hışırtıları gövdemde ağrılandı.
*
İçerdeyim. Embiryo. Yaşama ayarlı, yaşamın mavi öfkesi özümde. Bilginin sıfırıncı derecesi, duyuların sonsuz açıklığıyla. Mağarayı vareden oyuk, onun maddesi kaya ve toprak, ölçüsüzlüğüyle savrulan dölüt, ve suda renksiz akıbet. Dünya, ona dair olan, içinde ve bütünleşik, içinde ve eğreti, son hız fırlatılmış sipsivri birer ok - savaşçıl eller, kurulmuş göz ve yay- değil artık aralanamaz hiç bir lir bu mora kesmiş, nasır tutmuş usta parmaklarla ki bekleyebilelim acemi mi, ince mi, majör ya da minör - bir ezgi...
Fahri Güllüoğlu
28 Mart 2015 Cumartesi
26 Mart 2015 Perşembe
Yorum ve Olgu...
Son sözü, üzülme ama, oldu.
Yok, dedim. Çok üzülmem.
Sustuk. O, karanlık; ben, karanlığa gözünü dikmiş düşünceydim öncesinde.
Yanılabilir herkes, demişti. Sen de yanıldın.
Öyle mi, diye sormuştum söylediğine şaşırdığımı sansın istediğimden.
Oysa biliyordu, bildiğimi tekrar ettiğini.
İşaretleri sevmiştim, demiştim.
Hatası yok kimsenin, diye karşılamıştı. Yanlış yorumladın.
" Olgular yoktur, yalnızca yorum vardır." diyen kimdi diye soruvermiştim.
Aydınlanır gibi olmuştu karanlığı.
Bırak şimdi bunu, demişti yumuşacık.
Bırakmıştım.
Üzülme ama, oldu son sözü.
Yok, dedim. Hiç üzülmem. Sustuk sonra.
Ben karanlık; o, karanlığı unutturmaya çalışan düşünceydi.
Gece'ydi çünkü...
Mey
Yok, dedim. Çok üzülmem.
Sustuk. O, karanlık; ben, karanlığa gözünü dikmiş düşünceydim öncesinde.
Yanılabilir herkes, demişti. Sen de yanıldın.
Öyle mi, diye sormuştum söylediğine şaşırdığımı sansın istediğimden.
Oysa biliyordu, bildiğimi tekrar ettiğini.
İşaretleri sevmiştim, demiştim.
Hatası yok kimsenin, diye karşılamıştı. Yanlış yorumladın.
" Olgular yoktur, yalnızca yorum vardır." diyen kimdi diye soruvermiştim.
Aydınlanır gibi olmuştu karanlığı.
Bırak şimdi bunu, demişti yumuşacık.
Bırakmıştım.
Üzülme ama, oldu son sözü.
Yok, dedim. Hiç üzülmem. Sustuk sonra.
Ben karanlık; o, karanlığı unutturmaya çalışan düşünceydi.
Gece'ydi çünkü...
Mey
25 Mart 2015 Çarşamba
Bildirim...
Sessiz sedasız büyütüyor
içinde,
kalbinden utanmışlığın yarasını taşıyan o kadını
avutan, yaramazını.
Gelip seni de öpecekmiş;
kadim bir dilin büyüsünü bulaştırıcı ağzıyla.
Düş'ünü hazırla...
Mey
içinde,
kalbinden utanmışlığın yarasını taşıyan o kadını
avutan, yaramazını.
Gelip seni de öpecekmiş;
kadim bir dilin büyüsünü bulaştırıcı ağzıyla.
Düş'ünü hazırla...
Mey
23 Mart 2015 Pazartesi
D'uyumsuz...
Bıçak açmıyor ağzımızı. Dikkat kesildik,
dinliyoruz:
Uğultu.
Anlamıyorsun, bakışı sende
dinlemiyorsun ki, inancı bende.
Uğultu büyüyor.
Yanma hissi kulaklarımızda mı, yoksa kalbimizde mi, bilmiyoruz.
Sessizlik sessizlikle konuşuyor çünkü...
Mey
dinliyoruz:
Uğultu.
Anlamıyorsun, bakışı sende
dinlemiyorsun ki, inancı bende.
Uğultu büyüyor.
Yanma hissi kulaklarımızda mı, yoksa kalbimizde mi, bilmiyoruz.
Sessizlik sessizlikle konuşuyor çünkü...
Mey
21 Mart 2015 Cumartesi
Gece ve Soru...
Rüya yok,
ses yok,
neden hiç yok. Yine de uyandı.
Susamamıştı. Su içti.
Bir şey / birisi çağırıyor duygusu ısrarcı.
Kovmak için öznesi olmayan ısrarı, bakmayacağı yere baktı.
Orada. Yüreği sıkıştı.
Sormazdı ya, kendinden önce davrandı sesi: Sen misin?
Korktu sorudan sonra. Geri aldı. İkisine de hayıflandı.
Gözlerini yumdu pişmanlığı yok saymak için. Uyumadı...
Mey
ses yok,
neden hiç yok. Yine de uyandı.
Susamamıştı. Su içti.
Bir şey / birisi çağırıyor duygusu ısrarcı.
Kovmak için öznesi olmayan ısrarı, bakmayacağı yere baktı.
Orada. Yüreği sıkıştı.
Sormazdı ya, kendinden önce davrandı sesi: Sen misin?
Korktu sorudan sonra. Geri aldı. İkisine de hayıflandı.
Gözlerini yumdu pişmanlığı yok saymak için. Uyumadı...
Mey
19 Mart 2015 Perşembe
Özlemeye Acemi...
Bilmiyorsun, dedi. Durdu. Bakışları sakin kalmamı salık verir gibiydi.
Neyi, diye sordum bilmediğim çokça şey olduğunu bildiğimden. Bu noktada gözlerini yüzüme dikecek, beni hazırlamaya çalışacaktı. Hazırdım oysa.
Tekrar sordum: Neyi bilmiyorum?
Ne olacaksa olsun, bakışlarını tanıdım ve sıkı durdum.
Özlemeyi, dedi.
Yeterince sıkı durmayı da bilmiyorum galiba, diye geçirdim içimden.
Özlemeyi? Yineledim onu ama soruydu aslında.
Bir şey demeyecekti artık. Yapacağını yapmıştı. Susacaktık.
Sessizlik düşünceye davettir. Düşünecektim elbette.
Adının aklımdan geçmediği bir gün olup olmadığını örneğin. Doğadaki her değişmenin bana ettiklerinin sesinle bir ilgisi olduğundan şüphelenişimi sonra. Rüyanın yinelendiği uykulardan öfkeyle uyandığım sabahları; tüm çabama karşın, öykülerime bir noktadan girişini ve sana söyleyemediğim için kendimden de gizlediğim o delilikleri...
Haklı olabilirsin, diye seslendim sonunda. Dışarıyı izlemeyi bırakıp benden yana döndü. anlayışlı bir gülümseyiş titriyordu vicdanında.
Belki de bilmiyorumdur, dedim. Özlemeyi. Sesimde gıdım öfke yoktu...
Mey
Neyi, diye sordum bilmediğim çokça şey olduğunu bildiğimden. Bu noktada gözlerini yüzüme dikecek, beni hazırlamaya çalışacaktı. Hazırdım oysa.
Tekrar sordum: Neyi bilmiyorum?
Ne olacaksa olsun, bakışlarını tanıdım ve sıkı durdum.
Özlemeyi, dedi.
Yeterince sıkı durmayı da bilmiyorum galiba, diye geçirdim içimden.
Özlemeyi? Yineledim onu ama soruydu aslında.
Bir şey demeyecekti artık. Yapacağını yapmıştı. Susacaktık.
Sessizlik düşünceye davettir. Düşünecektim elbette.
Adının aklımdan geçmediği bir gün olup olmadığını örneğin. Doğadaki her değişmenin bana ettiklerinin sesinle bir ilgisi olduğundan şüphelenişimi sonra. Rüyanın yinelendiği uykulardan öfkeyle uyandığım sabahları; tüm çabama karşın, öykülerime bir noktadan girişini ve sana söyleyemediğim için kendimden de gizlediğim o delilikleri...
Haklı olabilirsin, diye seslendim sonunda. Dışarıyı izlemeyi bırakıp benden yana döndü. anlayışlı bir gülümseyiş titriyordu vicdanında.
Belki de bilmiyorumdur, dedim. Özlemeyi. Sesimde gıdım öfke yoktu...
Mey
Değiş Tokuşlar...
Sabanı tarlada bıraktılar;
tarlayı eve getirdiler, -
sonsuz değiş tokuşlar biçimlendiriyordu
önemini nesnelerin.
Yerini kırlangıçla değiştirdi kadın
çatıdaki yuvaya oturdu ve cıvıldadı.
Yıldızlar, kuşlar, balıklar, çiçekler, yelkenliler
dokudu onun dokuma tezgahına geçip kırlangıç.
Ağzının nice güzel olduğunu bilseydin eğer
gözlerimden öperdin seni görmeyeyim diye...
Yannis Ritsos
tarlayı eve getirdiler, -
sonsuz değiş tokuşlar biçimlendiriyordu
önemini nesnelerin.
Yerini kırlangıçla değiştirdi kadın
çatıdaki yuvaya oturdu ve cıvıldadı.
Yıldızlar, kuşlar, balıklar, çiçekler, yelkenliler
dokudu onun dokuma tezgahına geçip kırlangıç.
Ağzının nice güzel olduğunu bilseydin eğer
gözlerimden öperdin seni görmeyeyim diye...
Yannis Ritsos
16 Mart 2015 Pazartesi
Biri / “ Her Zaman Yakılacak Bir Cadı Bulunur…”
Müziğe düşkünlüğü, kendisine dair, az sayıda veriden ilk
olanlarından Biri’nin. Müziğin, acıyla ve neşeyle ilişkisini keşfettiğinden bu
yana içten içe evden yükselecek o tınıların bekleyişinde biraz da. Öğrendiği her
yeni bilgiyle baş edebilmesinin müzikle mümkün olabildiğini anlıyor. Çocuğun
beğenisinin ürünü olan şarkıları daha çok sevdiğini, o şarkıların derinde bir
yerde – nedense az buçuk hatırlayabildiği – bir tür hınzırlığı
belirginleştirdiğini düşünüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde, ses yüksekliği
ayarlanmış ve kadının isteğinin yansıması olan şarkılardan hoşlanmamaya ise
kararlı. Kadından, – üstüne üstlük onun tarafından atılmış – bir parça
olabileceği fikrinin, ister istemez, yarattığı bir ön yargının kendisini
yönlendirdiğini de biliyor.
“ Neyim “ ve “ kiminim” sorularına ek soruları,
bekletebileceği kadar bekletme derdinde. Tüm bunların yerine, “ başka neyi
yapabilirim” sorusunu koydu. Bedensiz ve belirsiz bir varlığın
yapabileceklerinin sınırlı olduğunu söylüyor kendine ya, barındırdığı o itiraza
ve şüpheye meyilli yanın, bedenin eyleyebildiklerini önemsiz kılabilecek
olabilirliklere sahip olabileceği yönündeki uyarılarını görmezden gelemiyor. Her
şey sırayla sınırlaması ile susturmaya çalışıyor onu ve yapabilirlikleri
arasında susmayı bilmek olmadığını yeni yeni fark ediyor.
Müziği kendine eklemişlerin; kadının, çocuğun, - eh
atlamayalım- ve kedinin gündelik hayatlarına eklenebilmek gibi delice bir arzu
duyduğunun farkında. Oysa evin kendisine ait olmayan bölümlerine ancak onlar
olmadığı zamanda geçebilecek kadar cesareti varken, böyle bir arzunun komik
olduğunu da biliyor. O kapıdan süzülebildiği eksiklik içeren mutlu anlarda, her
bir odanın kokusunu içine çekip, nesneleri tek tek ve büyük bir dikkatle ve
elbette kedinin şüpheci denetimi altında incelerken iyi hissediyor. Öfkeye benzer
bir duygu kadının kitapları, defterleri ve yazı masasının bulunduğu odada
olduğu zaman beliriyor. Odanın orta yerinde durmuş bir beden olarak düşlüyor
kendini. Şu masayı devirdiğini, o kitapları paraladığını ve bu defterleri alıp
yok ettiğini düşlüyor bir an için. Şiddet arzusu tahammül edilemez hale
geldiğinde kendini dışarı atıveriyor. Kendine ait tek yer olduğunu kabullenmesi
gereken o karanlığa dönüyor hızla ve kadın ve çocuk eve dönüp de, müzik denilen
o sağaltıcı serbest bırakana kadar da rahatlayamıyor.
Çocuğun sevdiği ve çok sık dinlediği şarkılardan birinin
içindeki karanlığa neşe ve umut yüklediği o akşam gelene kadar bu böyle sürüp
gidiyor. Şarkı bir başka başlamış, yükselmiş ve sahip olduğunu bilmediği bir
cesaretin peyda olmasını sağlamıştı. Acaba, diye düşünmeye bile fırsat
tanımadan kendine; Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından ayıran o
kapıdan süzülüp, bir bedene sahip olmamanın işe yarar bir yanı olup olmadığını
görmeye karar verdi. Çocuğu uyurken izlemek istiyordu örneğin, kedinin peşine
takılmasını ve gittiği her odada kendisine eşlik etmesinin eğlenceli olacağını
düşünüyordu. Kendine itiraf etmese de, kadını yazarken görmek istiyordu. O masada
oturmuş, önünde defter ve elinde kalemle durup düşünüyor muydu mesela, bir
cümlenin ardına diğerini eklemeden az önce. Bir sözcüğü kullanıp kullanmamaya
karar verirken ellerini sıkıntıyla saçlarının arasında dolaştırıyor muydu ve
her şeyden önemlisi, Biri’nin aklındaki soruların cevaplar o kalemin ucunda
gizlenmiş olabilir miydi?
Çocuk uyumuş olmalıydı çoktan. Odasının kapısı açıktı. Girdi.
Uzunca baktı masumiyetin yüzüne. Soluklarını dinledi, çocuk döndükçe tedirgin
bekledi. Yüzünü kapatmış saçlarını geriye itememenin koca bir hüzün olduğunu
fark etti şaşırarak. Kedinin korumacı ve huzursuz kıpırdanışlarıyla artık o
odadan çıkması gerektiğini anladı. Sesi iyice kısılmış bir şarkının tınısını
işitti ilkin koridora çıktığında. Durdu, kulak kesildi. Şarkı tanıdıktı, içinde
çalkanmaya başlayan öfke gibi. Kararsız kaldı. Dönüp yerine gidebilir,
yeltendiği şeyi aklından çıkarmanın bir yolunu arayabilirdi. Nedenmiş, diye
itiraz etti kendine. Yine. Şimdi havayı şöyle derince içine çekmek işe yarardı
diye düşündü, bunu nereden bildiğini bilmeden ve ilerleyişe izin verdi.
Beklediği gibiydi her şey. Masa lambasının yalnızca
yakınında olanı aydınlatabildiği odanın loşluğu, radyoda çalan şarkı, masanın
dağınıklığı, tablada yanık unutulmuş sigaranın yükselen dumanı ve kadının
saçları arasındaki eli. El, gizlenmesi gereksiz bir heyecanla titriyor gibiydi.
Merak Biri’nin kıpırdayabilmesini mümkün kıldı. Varlığının kendisi dışındaki
her şey için yoklukla özdeş olduğunun bilincinde, bu kez hiç korkmadan kadına
doğru yöneldi. Hemen arkasında durdu. Ensesine dikti bakışlarını. Çünkü her şey
sırayla, dedi kendine. Öne eğilmiş başın ensede oluşturduğu kavis, bakışları
daha bir süre burada tutabilirdi. Zamanı geldiğinde, diye hatırlattı kendine. Zamanı
geldiğinde, iyice sokulup, kadının sol yanından eğilecekti masaya doğru. Yanağına
çok yakın tutacaktı kendini ve kokusunu duyacaktı. Ardından masaya yöneltecekti
bakışlarını ve kadının zihnindeki bir gizin kâğıdın beyazlığına aksinin tanığı
olacaktı.
Kadının soluna yanaştı, hafifçe
öne eğildiğini düşledi. Kokuyu aldı ve yazılmış son cümleyi gördü: “ Her zaman
yakılacak bir cadı bulunur.” Durdu. Sakinim, dedi kendine. Döndü, acelesiz bir
ilerlemeyle kendine ait mekânın kapısına ulaştı. Köşesine çekildi. Cümleyi düşündü.
Kadının mırıldandığı şarkı, zihninde hazla devam ederken, o an için mantıklı
görünen açıklamayı düzgün bir cümle ile ifade etmeye çalıştı kendine:
Belki de, dedi. Kadının yakmaya
kıyamadığı için buraya tıkıştırdığı cadısıyımdır. Fikri zihninde ölçüp biçerken
enikonu belirginleşmeye başlayan düş kırıklığını bastırmaya gerek görmedi. Bu esnada
çalan şarkının değiştiğini fark etmedi...
Mey
14 Mart 2015 Cumartesi
Olacağı Varmış'a Dair...
Şarkının karanlığıyla kaplamıştım üstünü;
derken az yağmur, biraz güneş. Çiçeklendi.
Sana
ve
bana rağmen...
Mey
derken az yağmur, biraz güneş. Çiçeklendi.
Sana
ve
bana rağmen...
Mey
11 Mart 2015 Çarşamba
Bölünmüş Arzu...
" Yok " kılmakla,
" çok " yapabilmenin imkanının gel - git'ini
sürüyen kalbi büyütüyor zaman.
Şaşkınlıkla bakıyorum onca kocamanlaşmaya.
Hala yumruğum kadar oysa...
Mey
" çok " yapabilmenin imkanının gel - git'ini
sürüyen kalbi büyütüyor zaman.
Şaşkınlıkla bakıyorum onca kocamanlaşmaya.
Hala yumruğum kadar oysa...
Mey
10 Mart 2015 Salı
Keşkeler Listesi...
Ardına dek
açınca
o
şehvetli ağzını,
bizi yutar sandık, aşk.
seni koca bir korku aldı oysa,
beni arsız söz zaptetti.
Ağız, açık kaldı...
Mey
açınca
o
şehvetli ağzını,
bizi yutar sandık, aşk.
seni koca bir korku aldı oysa,
beni arsız söz zaptetti.
Ağız, açık kaldı...
Mey
8 Mart 2015 Pazar
Biri / “ Kendi Istırabından Uzakta “
‘ Neyim ‘ sorusunun cevabını bulduğu günün ertesi pazardı.
Pazar olmalı diye düşündü Biri. Kadın, çocuk ve kediye ait alandan gelmeye
başlayan sesler, çoktan ıssızlaşması gereken evin bir Pazar sabahına uyanmış
olduğunu gösteriyordu. Biri’nin içerisini, yine onun dışarısından ayıran kapıya
yaklaşarak, dışarıda neler olup bittiğine ilişkin merakıyla dikkat kesilmeyeli
saatler olmuştu. İçerisinin en karanlık köşesine sığınmış, saatler boyunca
öylece kalmıştı. Bir ara aklından, ne olduğum belli de, kime ait olduğum yeni
sorun diye geçirmişti. Kendine dair edindiği bilgi ya da farkındalık onu
rahatlatmak yerine, dondurmuştu. Anlamanın peşinden gelen, er – geç,
kabullenmekti ama Biri, kabullenmekle ilgili bir şey bildiğini sanmıyordu. Donduğunu,
donup kaldığını biliyordu yalnızca. Kedinin arada bir gelip kapısını
yokladığını belli belirsiz fark etmiş ama aldırmamıştı. Ona ne söyleyebilirdi
ki? Bir zamanlar, kim olduğuna dair hiçbir fikri olmadığı bir varlığa ait
olduğu; onun bir – Biri’ne sorsanız önemlice bir parçası – parçasıyken bilinmeyen
bir nedenle ait olduğu bütünlükten koparılıp buraya atıldığını söylese, kedi anlar
mıydı? Ben bile henüz kavrayamamışken, diye düşündü.
‘ Neyim’ sorusu yerini, ‘ kimindim ‘e bırakırken, henüz bunu
soracak gücü olmadığını biliyor. Eksik olduğunu, doğrusu, eksik bırakıldığını
bildiği gibi. Keskin, soğuk ve onulmaz gibi gelen bir acı peyda oluyor
hissedebilişinde. Bir bedeni olsaydı, bu acının onu orta yerinden bükeceğini
düşünüyor. Bununla avun bakalım, diye eğleniyor kendisiyle.
Kadının eve gelen konuklardan birinin, Biri’nin bulunduğu
yere ilişkin sorusuna, evde daha önce oturanların attıkları ıvır zıvırın
bulunduğu bir yer olduğu cevabını hatırlıyor bir anda. Bu evde yaşamış başka
bir varlığın – insan? Mümkün elbette – kendinden koparıp attığı bir parça
olması aklına yatar gibi oluyor. Derken, kadının bunu nasıl bilebileceği
sorusuyla bir parça kurtuluyor donmuşluğundan. Kadının olmalıyım, diye
düşünüyor. Akla en yakın cevap bu. Aksi halde, okuduğu yazıda kendisini tarif
etmiş olamazdı. Acele karar verme, diye uyarıyor onu içindeki temkinlice bir
şey. Belki de onun da geldiği yerde bıraktığı benim gibi bir Biri vardır ve
okuduğum metinde bahsettiği bu Biri değil, o Biri’dir. Kafasındaki karmaşanın
ağırlığı, az önceki donmuş halini aramasına neden oluyor. Ellerim olsaydı, diye
düşünüyor. Onlarla başımı sıkıca çevreler, hafifçe bastırır ve düşüncenin
sarsıntısını bir parça durdurabilirdim. Düşünmeye
kalmadan müzik yükseliyor Biri’nin dışarısından ve içerisine doluyor.
Dikkat kesilmişliğinin müziğin tanıdık oluşuyla bir ilgisi
yok. Sesin mucizevi uyumunun, hissettiği acı üzerinde yarattığı etkiyle bir
ilgisi olabilir ama. “Müzik bizim en içsel özümüzün tüm kımıldanışlarını
yeniden verir, ama hiçbir gerçeklik olmaksızın ve kendi ıstırabından
uzakta." * cümlesiyle kesinlikle ilgili. Bu cümleyi nereden bildiğini
düşünecek hali yok. Düşünmeyi ve kendini bırakıyor. Kendi ıstırabından uzağa
gitmenin mümkün olduğu bir evrenin oluşuna duyduğu minnetle gevşiyor. Bedeni olmayanın
dansının imkânını öğrenirken gülümsüyor. ‘ Kimindim peki ‘ diye düşünüp durmak,
şimdilik, şurada dursun. Biri gülümseyişi ve dansı hissediyor. Müziğin sesi az
daha yükselirken; kedinin olacak halim yok ya, diye geçiriyor ritme kendini kaptırmış
zihninden…
Mey
*Schopenhauer
6 Mart 2015 Cuma
3 Mart 2015 Salı
Rüyanın Devamı...
Kelebekler gitmiş, orada öylece, yüzüm boynunda
kalakalmıştık. Bir şey – ama ne? – durmuş gibi. Zaman olabilir, diye düşünen
hangimiziz, o belirsiz. Bellek durmuştur belki, düşüncesi şöyle bir geçip
gidiyor zihnimden, o aklımda kalmış. Ömrümüz boyunca anımsayacağımız tek bir an
kalmıştır belki. Yanılıyorum elbette!
Aşağıyı, az önce bizi nasıl da büyülediklerini umursamadan
çekip gitmiş kelebeklerin su içtiği göletin yanını işaret eden parmağını da
anımsıyorum. Az kemikli, incemsi ve uzun. Oraya gidelim, diyorsun sesinde
rüyanın sona erebileceğine ilişkin hafif bir endişe tınısı var. Elin elimde,
ayaklarımı kaymamak için hafif yan basarak peşin sıra aşağı iniyordum.
Düşmekten korkmadığımı biliyorsun ya, yine de avuçların elimi hapsetmiş sıkıyorsun.
Kıyıdaki geniş gövdeli ağacın yanında duruyoruz.
Aydınlanmaya yüz tutmuş havanın da acelesi yok gibi, rüyanın da. Ağacın türü
ikimize de yabancı, varlık nedeni ise değil. Olmaya ramak kalmış sabahın serini
de başka bir neden. Sanki.
Serin, diyorum. Başını sallıyorsun. Bir bildiği olan
yalnızca kelebekler olamaz.
Battaniye. Soluk kahverengi, yumuşak ve sıcak.
Sırtına geçirip, iki ucunu tutarak ağacın dibine,
bacaklarını iki yana açarak oturuyorsun. Sırtın ağacın gövdesine yaslı.
Kanatlarını sonuna dek açmış bir kuş gibi açılarak yer gösteriyorsun. Oturuyorum.
Senin başın ağacın gövdesine, benim sırtım senin göğsüne yaslı. Açtığın kolları
kapatıyorsun bu sıra. Battaniyenin sıcağı, sıcağımıza karışıyor.
Sabaha az kaldı, diyorum sırf sesin var mı, merakımdan.
Rüya bitecek, diyorsun.
İyice yaslanıyorum sana. Saçımda küçük bir öpücük.
Yanılıyorsun elbette!
Rüya sürüyor…
2 Mart 2015 Pazartesi
Engellenmiş Tutku...
Baktı.
Baktım.
Bir şey anlamadığı belliydi. Eğlenceli bir yanı vardı anlamazlığının.
Gülmedim ama.
Ne bu, dedi. sorudan çok kızgınlığının ilanıydı fısıldayışı.
Anlayamamanın verdiği kızgınlığı bilirdim. Anlayışlı olacaktım.
" Tutkunun engellemelerinden çıkan tutku.." dedim.
Delirdiğimi düşündü. Söylemedi ama düşündü.
Düşünmesi yeterdi. Bu kez de gülümsemedim.
Umarsızsın, dedi. Kızgınlığı sürüyordu.
Hayır, diye itiraz ettim. Umarsız değilim.
Nesin peki, diye sordu. İlk kez gülümsüyordu. Biraz alaylıydı gülümseyişi. Dur bakayım, belki de birazdan çok.
Ben daha çok gülümsedim.
Aldırışsızım, dedim sakince.
Gülüşü büyüdü.
Öyle mi, dedi. Neye?
Kimse bir gülümseyişte beni geçemezdi: Engellemelerine, diye yapıştırdım!
Üsteledi: Aldırışısız!
Kalınca altını çizdim: Aldırışsız!
Bakmadı bu kez. Al sana bir engel daha, der gibiydi.
Aldırmadım...
Mey
Baktım.
Bir şey anlamadığı belliydi. Eğlenceli bir yanı vardı anlamazlığının.
Gülmedim ama.
Ne bu, dedi. sorudan çok kızgınlığının ilanıydı fısıldayışı.
Anlayamamanın verdiği kızgınlığı bilirdim. Anlayışlı olacaktım.
" Tutkunun engellemelerinden çıkan tutku.." dedim.
Delirdiğimi düşündü. Söylemedi ama düşündü.
Düşünmesi yeterdi. Bu kez de gülümsemedim.
Umarsızsın, dedi. Kızgınlığı sürüyordu.
Hayır, diye itiraz ettim. Umarsız değilim.
Nesin peki, diye sordu. İlk kez gülümsüyordu. Biraz alaylıydı gülümseyişi. Dur bakayım, belki de birazdan çok.
Ben daha çok gülümsedim.
Aldırışsızım, dedim sakince.
Gülüşü büyüdü.
Öyle mi, dedi. Neye?
Kimse bir gülümseyişte beni geçemezdi: Engellemelerine, diye yapıştırdım!
Üsteledi: Aldırışısız!
Kalınca altını çizdim: Aldırışsız!
Bakmadı bu kez. Al sana bir engel daha, der gibiydi.
Aldırmadım...
Mey
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)