8 Nisan 2018 Pazar

İZ


“Ürperten yaralara çıplak
Havaların değmesi
Acır. “ B. Necatigil

Epey eski bir iz gibi duruyor, dedi. Gözümle kaşım arasındaki o incecik çizgi. Eskiydi. Tespitmiş gibi görünen sorusuna cevap bekler gibi bakıyordu. Elimi kaldırıp sorunun nesnesine, o eski yara izine dokunmayı, yerinde durup durmadığından emin olmayı ister gibiydim. Beni durduran neydi bilmiyorum ama son anda dokunmaktan vazgeçip yaranın oldukça eski olduğunu söylemekle yetindim.  Konu kapansın istiyordum. Yapmaktan son anda vazgeçtiğimi yapacağını ise düşünmemiştim. Uzandı ve dokundu. Gözlerim kendiliğinden kapanırken, teması buyur eden tenim, bir dokunuşun parmaklarının şefkatle titreyebileceğini şaşkınlıkla fark ediyordu. Uzun süren temasın içine yerleştirilmiş kısa bir soru geldi ardından: Nasıl oldu bu?

Nasıl oldu bu, diye bağıran annemin sesiydi beni asıl korkutan, başımıza toplanmış komşuların Allah korumuş gözüne bir şey olmamış, yorumları annemim sesinin daha da yükselmesine, az önce dallarına çarpa çarpa tepesinden düştüğüm ağacın dibinde yatmakta olan zedelenmiş bedenimdeki sızıları olduğundan daha yoğun hissetmeme neden oluyordu. Annemim korku dolu gözlerindeki panik yatışmaya başladıkça, kaşımın altında açılmış yaradan sızan kanın yüzümden boynuma doğru yol alıyor olduğunun farkına varıyordum. İz kalmasa bari diyen çokbilmiş kadınlardan hiçbirinin ama en çok da annemin beni kucağına almaya, yattığım yerden kaldırmaya yeltenmemesi yerine o çok sevdiğim ağacın beni koynundan atışına hayıflanıyordum. Sevdiğince itelenmenin açtığı yaranın çok acıyacağını küçük yaşta öğrendim ben. Günler süren iz kalacak mı kalmayacak mı tartışmalarının, annemin ağaçlara tırmanmam konusunda koyduğu yasağın, düşmenin etkisiyle berelenmiş bedenimin ve kaşımın hemen altına atılan üç dikişin bile önüne geçemediği o atılmışlık hissi ile bahçedeki ağaçları bir süre küskünlükle izledim.  Ağaçların soyundan geldiğine inanan ilk kadın değildim ve sonuncusu da olmayacaktım. Düşmeye devam ettim.

Ağaca değil kendime küstüğümden bahsetmedim ona.  Karşısına çıkarmaya cesaret edebildiğim ilk adamın, yaramaz bir çocuk olup olmadığımı sorması üzerine annemin beni mutfağa çekip,  daha koskoca yara izini görmemiş, hayır gelmez bundan, deyişini anlattım bunun yerine. Gülüştük.  Komşu kadınların endişesi, yüzündeki efsunkâr olmuş bana kalırsa, dediğini işitmemiş gibi davranırken tepelere doğru dallar incelir uyarısını aklımda tutabilmenin yollarını aramaktaydım.
Kendi yarasına dokunmaktan, dokunurken kendini acıtmaktan haz duyan insanlardan olmadım hiç. Yarayla oynama, iz kalır uyarıları değildi buna sebep. İz bırakmayan yara olmayacağını erken yaşlarda öğrenmişliğime ek, onu kendinden bilmedikçe iyileşmeyeceğinin ve dokunmanın sende olanı dışlaştırmaktan başka işe yaramayacağının bilgisiydi temassızlığı mümkün kılan. Bir başkasının dokunuşuna ise alışık değildim.

Bastığım en ince dal olduğunu görmezden gelerek, kaşımdaki yara izine bir kez daha uzanmakta olan, o eli tutup parmak uçlarından öpmemin tek açıklaması vardı:  Ağaçların soyundan geldiğine inanan ilk kadın değildim, sonuncusu da olmayacaktım. Düşmeye devam edebilirdim.

Melek Ekim Yıldız / Mey