8 Mart 2016 Salı

Henüz Yazılıyor...

Kemiklerimize dek üşüdüğümüz soğuk günlerin ardından, güneş ve beklenmedik bahar sürpriz bir giriş yapınca sabahımıza, dinlenme saatini beklemek her zamankinden daha güç olmuştu. Kış bahçelerini iyice ısıtarak albenisi artıran kafelerde geçirdiğimiz onca günü bir yana bırakırsak, açık havada ve belki yeni tomurcuklanmış bir ağacın altında yan yana geçirebileceğimiz bir kırk dakikamız olacaktı. İkimiz de gözümüzü Maden Mühendisleri Odası binasının bahçesindeki tahta sıraya dikmiştik. İlk günler çekine çekine oturduğumuz sıra, zamanla mühendis yoldaşların güler yüzlü selamlamalarından aldığımız cesaretle boş saatlerimize ayırdığımız doğal bir mekâna dönüşmüştü. Elbette hava dışarıda oturmaya uygun olduğu zamanlarda. Bahçenin ve o tahta sıranın tek taliplisi olmayışımız yüzünden koşar adım inmemiz gerekecekti merdivenleri. Doğal bir iş bölümü ile birimiz çayları dolduracak, diğeri öncen gidip, başka biri gelmeden, sıranın bizde kalmasını garantileyecekti. Gar katliamının ardından gülümseyişlerine burukluk eklenmiş oda emekçilerine selam verecek, bakışlarında onaylayan bir ışık görür görmez kendimizi atıverecektik sıraya. Çayları ben doldururum, demişti. Bana da merdivenleri olabildiğince çabuk inip kendimi sokağın karşısındaki binanın bahçesine atmak kalmıştı. Kimsenin gereksiz bir soru veya gevezelikle önümü kesmesini istemediğimden başımı önüme eğip, bakışlarımı başka bakışlardan gizleyerek geçecektim yolu. Bu yönteme çok sık başvurduğumdan, kibirli biri olduğum dedikodusunun ayyuka çıktığının farkındaydım. Üstelik kibrin de maske gibi koruyucu bir işleve sahip olduğunu düşündüğüm için haksız olmadıklarını kabule hazırdım.

Çaylarla yolun karşısından görünmesini beklerken, sıranın kapılmış olduğunu görerek geri dönen meslektaşlarıma, elimde olmadan sırıtmaya başlamıştım. Gerçekçilik içermeyen o mülkiyet duygusunun arsızlığının yüzüme yansıdığına emindim. Kendimden utanmalıydım elbette, ama o sıra tek düşünebildiğim çaydı. Nerede kaldı sabırsızlanması belirginleşmeye başladığı anda göründü. Sabırsızlandığımı bildiğinden, yettim dedi gülerek çayı uzatırken. Teşekkürsüz aldım elinden kupayı. Birbirimizi uzun zamandır tanıdığımızdan, aramızda teşekkür etme, özür dileme gibi nezaket söylemlerinin yeri yoktu. Yanıma oturdu. Yorulduk he mi, dedi. Yorulduk, dedim. Ama çay iyi gelmişti. Birer sigara da yaktık mıydı, bir süre konuşmadan öylece otururduk. Birbirimizin hayatına dair hemen her şeyi bildiğimizden, konuşacak konu kıtlığı yaşıyorduysak da buna aldırdığımız yoktu. 

Benim kadar açık yürekli olamayanın yanımda yöremde, aklımda, kalbimde işi yok, dedi birden.
Haklısın, dedim. Sırf muzurluğumdan ekledim: Ama sen pek açık yürekli sayılmazsın. Haklıydı elbette. Dediğimi duyar duymaz hışımla döndü. Yüzüme baktı. Şaka mı ediyorum, şaka görüntüsünün altında bir gerçeğe mi işaret ediyorum, bir an emin olamadı. Güldüm. Rahatladı, o da güldü.  Hala emin değildi, dayanamadı. Ben de dayanamayacaktım, ondan önce davrandım.
Açık yüreklilik, insanın kendisinden umduğu ve dolayısıyla başkasından da beklediği bir gösteri biçimi, dedim. Dediğimin çok açık olmadığının farkındaydım.  Anlamıştı yine de.

Karamsarlığın beni öldürecek, dedi gülerek.
Açılmaya o kadar da müsait yaratıklar değiliz, dedim. Israrcılığımdan ölmezse, karamsarlığımın, benden başkasına, bir zararı olmazdı.
Sana dert anlatmaya çalışıyorum, konuyu getirdiğin noktaya bak dedi. Kızmış mıydı sahiden? Kızmıştı.
Haklısın, dedim. Tutamadım kendimi.

Onu dinlemeye hazır olduğumu söyledim. Anlatmaktan vazgeçmiş gibi yapsa iyiydi, konuşmaya hareket gelmesi açısından. Yapmayacaktı. Dediği gibi biriydi o; açık yürekli. Böylesi bir içi dışı birliğe inanmıyor olsam da, o inanıyordu ve benim neye inandığımın önemi yoktu. Anlattı. Dinledim. Arada kalkıp çayları tazeledim.
Haksız mıyım, diye sordu bitirince.
Haklısın, dedim.
Peki, açık yüreklilik, diye üsteledi.
Ütopya, dedim. Henüz yazılıyor her birimiz tarafından.

İçeri girme vakti geldi, dedi küskünce. İtirazsız kalktım. Kupanın dibinde kalan çayı ağacın altına döktüm. Yüreğini açık tutmaz insan, genişletir kurgusal çer çöpünü sığdırabilmek için, diye düşündüğümü ona söylemedim. Çer çöpümü kimseye gösterecek değildim…



Mey