Sözleşmiştik. Hikâye için bir araya gelmeye. Kimse kesin bir
zamandan söz etmemişti. Hazır olunduğunda, diğerinin de hazır olacağı konusunda
hemfikirdik. Güven, söz konusu kişiden çok hikâyeyeydi. Hikâyenin kendisindeki
parçasının kendini açık ettiğini fark eden, diğer parçanın da hazır olduğunu
bilecekti. Bunun için ne kadar beklememiz gerektiğine dair hiçbir fikrimiz
yoktu. Ne kadar gerekiyorsa o kadar beklemeye kararlıydık. Sözleşmiştik. Hikâye
belirginleşip, nihayetinde kendini bizim kıldığı ana kadar geçecek zamanda,
araya başka ve diğerini kapsamayan başkaları da girebilirdi. Biliyorduk bunu ve
kabullenmiştik de. Dahası bu ikimizi birden içine almayacak olan başka
hikâyeler, ikimize ait olandan çok daha etkileyici, çok daha heyecan verici
olabilirdi. Onlara kapılıp, neyi beklemekte olduğumuzu unutmamız da olasılık
dâhilindeydi. Biliyorduk. Yine de sözleşmiştik.
Neyi beklemekte olduğumu unutayazdığım zamanlar oldu
elbette. Güzel, insanı alıp götüren hikâyelerin cazibesine kapıldığım da misal.
Kimileri öyle baş döndürücü, öyle büyüleyiciydi ki, ait olduğumu görmezden gelme meylinin önüne çekebileceğim bir set bulmakta zorlandığım zamanların varlığını
yok sayacak değilim. Başı bende, sonu onda ve nasıl bir gelişme göstereceği
belli olmayan asıl hikâyeye sadakat ise zaman zaman varlığını unutacak kadar
derinlere itsem de, benimleydi. Ne vakit, bir başka hikâyenin peşinde koşma
isteği belirse içimde, gönüllü yerleştiği derinlikte hafifçe kıpırdaması
yeterli oluyordu, varlığını hatırlatmaya. Bazen kızıyordum bu hallerine,
engellenişime ama kimileyin de, hikâyenin beni kendinin kılışındaki zahmetsizliğe
hayran olmaktan kendimi alamıyordum. Zaman geçiyordu ve bir dolu başka güzel hikâyeyi
kaçırıyorum duygusuyla bunaldığımda oluyordu; onun orada – bana ait - bir yerde zamanını beklediğini, vakti
geldiğinde diğer parçayı da içine alarak hepimizden oluşan bir bütünlüğü mümkün
kılacağını bilmenin güveni, o bunaltıyı katlanabilir kılıyordu.
Meylettiğim diğer hikâyelerde yanıldığım da olmuştu. Albenisi
çok, üstüne aldığı isimle bir tür cazibe yayan; kendini yanıltıcı bir haleyle
çevrelemiş olanların çekiciliğine kapılmada kolay lokmaydım. Meyli hikâye
olanın meylettiğine akmasının kaçınılmazlığını yanılgıma bahane edip sonrasında,
zor olsa da, avunmayı becerebilişimi bir tür şans olarak kabul ediyordum. Sahici,
samimi olanın varlığına inancım olmasa, sahtenin vurgunundan kolayına sağ
çıkamayacağımı da pekâlâ biliyordum. Yanılgılarımın en beterinin, sağda solda
istenir bir kalem oluşumdan kaynaklanan bir saman alevi olduğunu fark edebilmem
için hayatımdan upuzun iki buçuk yılın gitmesi gerekmişti. Herkesin peşinde
olduğunu, ben alırsam arzusu o sahteye aitti ve ödettiği bedel de gözüme
görünmemeye başlayacaktı bir süre sonra. Hikâye vardı, oradaydı; benim – bizim –
için kendini hazır etmedeki yavaşlığı bağışlanabilirdi.
Bu arada, hikâyenin diğer ortağının durumundan, neler
yaptığından, bekleyişinin benimkini andıran maceralar içerip içermediğinden
tümüyle habersizdim. Düşüncelerimin kendisine kayması oldukça nadirdi. Yalnızca
bir kez, gerçekten, bakabildiğim gözleri hikâyeyi hak ettiğini düşünmeme neden
olmuş ve bir araya geleceğimiz zaman gelene dek onu neredeyse unutmuştum. Ya da
unuttuğumu düşünmek işime gelmişti, bundan tam olarak emin olmam mümkün değil. Sonuçta
hikâye kendini ikimize aynı anda açık edecekti. O olmadan ben, ben olmadan o yarım
bir oluş olarak kalmak demekti. Onu açık açık düşünmekten neden kaçındığımı
bilmiyorum. Belki yazdığım satırların arasına gizlenmiştir ona dair düşüncem.
Ne de olsa sözleşmiştik. Ne de olsa hikâyenin bize sözü vardı.
O, yani hikâyenin diğer ortağı baharı düşünmüştür
beklediğimizin geleceği mevsim için. Bana
ise güz daha uygun geliyordu. Onun bahar başı yaptığı hazırlığı, ben güzün
sarısı belirginleşmeye başladığında yapıyordum: Kendini açma. Kendini - insan kalabalığını, yaşamanın dayatmacı
işlerini, başka hikâyelerin albenisini dışarıda bırakan – kendine açma. Kendinle
arana doğanın işaretleri – o kokular, renk değişimleri, sesler – dışında hiçbir
şey almadan yüreğin ağzında bir bekleyişin hararetini sürekli kılma. O da
kendine söylüyordu büyük olasılıkla benim söylediklerimi: Sabırlı ol. Oluş’un
döngüsüne güven. Sabırlı, çok sabırlı ol.
Zaman geçiyor.
Çok sayıda bahar mesela ve bir o kadar da güz.
Hikâye orada. Her ikimiz de biliyoruz.
Sözleşmiştik.
Hikâye oluşuyor.
Hikâye düşüncemizde, hikayenin diğer ortağı kalbin
kendimizden gizlediğimiz köşesinde.
Sabırlıyız. Oluş’un döngüsüne güveniyoruz. Sabırlı, çok
sabırlıyız.
Çünkü sözleştik…
Mey