Bazı şeyler aniden olur. Olacağını biliyor, gelişini
bekliyor da olsak birden oluşlarıyla şaşırtan şeylerden söz ediyorum. Hani
akşamüstü aydınlığında okurken, az sonra havanın kararacağını bilirsiniz de,
gözlerinizin artık harfleri seçemediğini fark edip başınızı kaldırdığınızda
karanlığın çoktan inmiş olduğunu fark edersiniz. Oysa daha birkaç dakika önce,
gün çekilmişti çekilmesine ya, ışık görmek için yeterliydi. Aniden karardı,
dersiniz sanki kararacağı ayan gibi değilmişçesine. Başlayan her şeyin
biteceğini bilip de, bittiğinde “ bu nasıl oldu ?” diye sorduğumuz anlardaki
gibi şaşırtmaması gereken şaşkınlıklardan dem vuruyorum. Bunun üzerine biraz
düşündüm, çünkü benim başıma gelenin, beklenilmesi gereken bir şey olup
olmadığından emin olamadım hiç o gün bu gündür.
Hırkayı satın alırken yanımdaki arkadaşım boyunun, ayak
bileklerime geliyordu, biraz uzun olduğu konusunda uyarmıştı. Dokusu, görünümü
o denli hoşuma gitmişti ki uyarıyı kulak arkası etmiştim. Hem uzun hırkalar o
sırada pek revaçtaydı. Olmasaydı da satın alma konusunda tereddüt etmezdim,
bana epeyce bir yakıştığını düşünüyordum. Hırkanın iki ön ucunun diğer
taraflarından az daha uzun olması topuklu ayakkabı giyilmediğinde biraz sorun
yaratabilirmiş gibi görünse de buna da aldırmamıştım. Bildik deyimle, üstümde
paralanana kadar giyebilecek kadar sevmiştim hırkayı.
Gece geç bir saatti. Yemek, film, bira derken saati unutmuş,
biraz geç kalmıştım. Panikle girdiğim metro istasyonunun tenhalığı son treni
kaçırmak üzere ya da çoktan kaçırmış olduğumu haber verir gibiydi. Koşar adım
yürüyen merdivene doğru ilerledim. Normal merdiveni kullansam daha hızlı
inebileceğimi akıl edene kadar merdiven çokta harekete geçmiş, ağır ağır yerin
derinliğine inmeye başlamıştı. Treni kaçırdım mı kaçırmadım mı hesaplaması;
kaçırdıysam eve nasıl gitsem planlamasına dalmışken bir şeyin beni sol yanımdan
eğmeye başladığını fark etmem zaman aldı. İlk şaşkınlık, anlayamama ve onca
sevdiğim hırkanın ihaneti. Hırkanın uzun ucu, merdivenin kenarına sıkışmış,
merdiven hareket ettikçe içeri giriyor ve beni de beraberinde çekiyordu. Donup kalmak
nasıl bir haldir ilk elden yaşıyor; gözlerimi kendisine doğru çekilmekte
olduğum tehlike noktasından alamıyor, kıpırdamak şöyle dursun hırkayı çekip
kurtarmayı ya da üzerimden çıkararak kendimi güvene almayı akıl edemeden öylece
bakıyordum. Oradan geçer miyim ve ötesinde ne var gibi olmayacak soruların
zihnimdeki yersiz işgaline teslim olmaya hazır olduğumun dahi ayrımında
değildim. Oradan geçebilmeyi istediğimi fark etmem ise biraz daha zaman
alacaktı.
İnsan bir son duygusuna kapıldığında neler düşünür, aklından
neler geçer’e dair ipucu veren hikâyelerin, filmlerin veya anlatıların ne denli
saçma olduğunu, hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeyerek anlamamı
sağlıyordu. Kendi kendime sırıttığımı hatırlıyorum. Giderayak bir hayat
deneyimi daha. Ne işime yarayacaksa? Orada öylece durup ve hiçbir şey
yapmayarak olmayacak bir yere çekilişimi izliyor olmamı, öğrenilmiş
çaresizlikle filan açıklamaya kalkacak biri olursa, hiç zahmet etmesin! Çaresiz
de değildim, öğrenilmiş bir durumla karşı karşıya da. Durumun bana hayranlık
verici geldiğini söylemeye kalksam, gerçekten de bir deliğe kapatılmam
gerektiğini düşünecek birileri çıkar elbet, biliyorum. Kurguya meyilli
zihnimin, bir film şeridi gibi gözünün önünden geçecek yaşam öyküsüne yüz
vermeden, hırkanın sıkıştığı yerden geçebilmemi içine alan ve geçtiğim yerde muhtemel
bir başka yaşamı olabilirlik olarak kabule hevesli hali, beni bile
endişelendirmişti o anda. O yüzden deli olduğumun düşünülmesine hoşgörüyle
yaklaşmaya elverişli bir haldeydim. Fiziksel olarak orada durmuş bön bön
hırkayla birlikte çekilişini izleyen ben ile o anda aklımdan geçenlerle feci
halde eğlenmekte olan ben arasındaki tezat tamamen ben’lerin iç meselesiydi, o
yüzden bundan daha fazla söz etmeyeceğim.
Bir yandan koşup bir yandan da, çıkar hırkayı çıkar diye
seslenen güvenlik görevlisi yetişmese öteki tarafa geçmiş orada maceralı, bol rüzgârlı,
aklı reddetme noktasında tutkulu bir kurgunun içinde neşeli bir ceylan gibi
sekmeye başlamıştım bile. Adamın gürültüsü ceylanı ürküttü; macera soldu, rüzgâr
enikonu sakinledi. Gereksiz endişelenmiş görevlinin hırkayı üzerimden
yırtarcasına çekip alışı, deli misin bayan, derken bir yandan da koca koca
açılmış gözlerini yüzümde dolaştırışı olmasa biraz daha kalabilirmişim gibi
geliyor bana hala orada. Trenin gelişini uzaktan haber veren düdüğü, etekleri
parçalanmış hırkam, merdivenin beni asıl gitmem yere nihayetinde ulaştırışı hayal
meyal aklımda. Trene yetiştim elbette, elimdeki parçalanmış hırkaya baka baka
ineceğim durağa kadar boş vagonda oturduğumu da biliyorum. Bildiğim bir şey
daha var bu küçük ve saçma maceraya dair. Kısa bir süreliğine de olsa bir
ceylan olduğum o kurgudan elim boş dönmediğim. Biliyorum çünkü o gündür aklımın
başına bela…
Mey