Fare olmadığından emin olabilse, kediyle dost olabileceklerini
düşünmeye başladı Biri. Yalnızlık olur olmaz düşünceleri getirip bırakır işte
akla, diye söyleniyordu da kendine bu fikir her aklına düştüğünde. Neden olmasın,
diyen bir başka ses bastırıyordu zihnindeki çekingenliği ve bulunduğu yerin
eşyayla doldurulmuş ıssızlığından bunalmışlığıyla bir olup tahrik edici bir
vurguyla zorluyorlardı onu. Kadının ve çocuğun ev dışında oldukları saatlerde,
Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından ayıran ve kendisine giderek
kötücül bir engel gibi görünen o kapıyı açıp, evin diğer köşelerinde dolaşabileceği,
kedinin peşinden evin yaşanılan mekânlarında sessizce süzülebileceği fikri, kaynayan
bir sıvı gibi yakıyordu Biri’nin içini. Kedinin gözlerinin yeşilliğinde
güvenilmez ışıklar yandığını iddia ederek dizginlemeye çalışıyordu içindeki
arzuyu. Oradalığının farkında olduğu belli kedinin, diye susturuyordu o sesi,
tahrikin dozunu giderek artıran diğeri. Hadi bir cesaret!
Gereken cesareti, Biri’nin sığınağının bulunduğu odada,
kadının ve çocuğun odayı nasıl kullanabileceklerini tartıştıkları o akşamüstü
buldu. Kedide oradaydı. Bu evin bir ruhu var, diyenin hangisi olduğunun bir
önemi yok artık Biri için. Zaten hatırlamıyor da. İşittiğinin yarattığı
heyecan, sonunda “ neyim “ sorusuna akla yakın bir cevap bulmuş olabileceği
inancındandı her şeyden önce. Evin ruhu! Olabilir mi? Derinlerde bir yerden
gelen, saçmalama çıkışmasını duymazdan gelişi bir cevaba duyduğu ihtiyaçtandı
elbette. Saçmaysa da değilse de bu fikre tutunmaya meyilli, ertesi günü;
kadının ve çocuğun kapıdan çıkıp gidecekleri anı sabırsızlıkla bekledi.
Temkinlice açtı kapıyı ertesi sabah. Dakikalardır evin
sessizliğini dinliyordu. Bu kadar yetti, dedi kendine ve usulca çıktı. Kapının önünde
kendisini bekler göreceğinden, neredeyse, emin olduğu kedinin ortalıkta
görünmeyişine şaştı ilkin, derken kokunun çoğul yoğunluğuna. Eve ait koku /ların inine kadar gelen
kısmının, olanın küçük bir uzantısı olduğunu anladı. Durdu ve soludu derin
derin. Eşyanın kokusunun arasından seçilen kadına, çocuğa ve elbette kediye ait
kokuya dikkat kesildi. Rahatsız edici değildi kokuları. İlk adımını attı. Odadaki
tek tük eşya ve onlara ait kokuyu şimdilik erteledi, evin diğer kısımlarında
olabilmek için duyduğu isteğin ittirmesiyle ilerledi. Kedinin ortalıkta
görünmeyişinin aklını kurcalayan merakının da gezintisi sırasında
doyurulacağından emin, cılızlığını giderek kaybedip güçlenmeye başlayan güvenle
bir başka odaya geçti.
Ne çok nesne, diye düşündü gezindiği odaların kalabalığına
bakıp. Nasıl olup da adlarını bildiğine şaşırdığı bir dolu eşyaya temas etmeden
aralarında dolaştı. Sonra fotoğrafları gördü. Çocuğa, kadına ve tanımadığı
başka insanlara, mekânlara ait fotoğrafları. Gözleri birbirine çok benzeyen
kadının ve çocuğun yüzlerini inceledi uzun uzun. Dalıp gitti o gözlerdeki çözemediği
bir şeye. Öyle ki, odanın kapısından başını uzatmış sakince onu izlemekte olan
kediyi fark etmedi. Biri fotoğraflara, kedi de ona baktı dakikalarca. Çünkü bakabiliyorum,
diye düşündü Biri. İşitebilir, koku alabilir ve görebilir bir ruh olduğu
fikriyle keyiflenecek gibi olduğu anda kediyi gördü. Durup bakıştılar. İlerleme
arzusu kedinin gözlerinin yoğun yeşilliğinin içine hapsolmuş gibi geldi Biri’ne.
Şimdi ne olacak? Bir şey olmadı. Sözsüz, söylemesiz ve anlamı yok boşlukta
mıhlanıp kalmış gibiydiler. O kıpırdarsa ben de kıpırdarım, diye düşündü Biri.
Yo, hayır bunu diliyordu daha çok. Lütfen bir şey yap. Kedi onu duymuş gibi,
bir anda ağzını kocaman açıp esnedi. Ardından dönüp aralık kapının arkasında
yok oldu. Vakit kaybetmeden peşine düştü Biri de. Başka bir odanın kapısında
kaybolmak üzere olan kuyruğu görebildi ve o yana doğru yöneldi.
Karmakarışık bir masa, dört duvarı kitaplarla kaplı
kütüphane, pencere önünde yeşil ve şekilsiz bir koltuk. Kedi tembel
hareketlerle sıçrayıp koltuğa kurulunca, masaya doğru sokuldu Biri. Kâğıtlar,
defterler, renk renk kalemlerin kalabalıklığıyla bulanıklaşan görüşünün
düzelmesi için birkaç saniye gerekti. Önünde açık duran deftere karalanmış,
ilkin anlamsız gelen şekillerin zihninde sıralanıp, işitebilir, koku alabilir
ve görebilir oluşuna ek olarak okuyabilir de olduğunu anlamasıyla, kedinin gelip yazının üzerine oturması ve az önce zihnine kazınan sözcükleri
yeniden okuma arzusunu imkânsızlaştırması aynı ana denk geldi.
Bu evin ruhu değilim, dedi kedinin hafif kısılmış gözlerine
dalgınca bakıp. Ardından usulca dönüp çıktığı yere, sığınağına doğru
yalpalayarak ilerledi. Peşinden aheste aheste gelen kedinin farkında ama buna
aldırmayarak, kendisinin içerisini yine kendisinin dışarısından ayıran kapıya
ulaşmaya çabaladı. Zihninde yankılanan o cümle kulaklarını yakmaya ahdetmiş
gibiydi: “ zihnin diğer bir zihne di…” sonunda kapıya ulaşıp, karanlığına
atıverdi kendini yuvasının. “ bedenin
rüyaya…” karanlığın en karanlığına sığınıp zihnini avuçlarının arasına aldı.
Artık biliyorum, dedi.
Biri’nin hikâyesinin başladığı an, artık biliyorum’u mümkün
kılan bu andı.
Kapının önündeki kedinin, belirgin bir keyifle kuyruğunu,
ahşap kapıya vurmakta olduğunu görecek gibi değildik o esnada. Biri de, sonunda
hikâyesinin başlangıcını yakalamış olan bu satırların yazarı da. Ve bu kedinin
umurunda değildi. Hiç hem de…
Mey