Şimdi uyursam kaçınabilirim belki, dedi. Zihmindeki huysuz kedinin
tırnaklarıyla yazdığı söz'ün hazzından - adından -.
Dedi ve çayını tazeledi. Kedi güldü bu sıra. Dayanamadı.
Eşlik etti gülüşe.
Şımarık kedinin tırnakları durmak bilmiyordu...
Mey
30 Ekim 2014 Perşembe
29 Ekim 2014 Çarşamba
27 Ekim 2014 Pazartesi
25 Ekim 2014 Cumartesi
Kendini Özleten Hikaye...
Çok özlenmiş bir mevsimin
nazlı göz kapakları gibiydi hikaye.
Kapatıp kendini, grisine tezat parlaklığıyla şaşırtan
bir göğe bakmaya mecbur bırakırdı durmaksızın.
Bekleneceğini bildiği gibi bilirdi,
akıldan hiç çıkmayacağını.
Yanındayım, derdi. Ve hiç olmadım yanında.
Geleceğim, de derdi. Kımıldamadan olduğum yerden. Sen bekle...
Mey
Guy Denning
nazlı göz kapakları gibiydi hikaye.
Kapatıp kendini, grisine tezat parlaklığıyla şaşırtan
bir göğe bakmaya mecbur bırakırdı durmaksızın.
Bekleneceğini bildiği gibi bilirdi,
akıldan hiç çıkmayacağını.
Yanındayım, derdi. Ve hiç olmadım yanında.
Geleceğim, de derdi. Kımıldamadan olduğum yerden. Sen bekle...
Mey
Guy Denning
20 Ekim 2014 Pazartesi
Güz ve Rüya...
Gri'nin,
gerçeğin,
bi 'de güz'ün
arasına gizledim, dedi.
Senden yapılma bir rüyayı.
Yerini biliyorum, dedin tebessümle. Uyandırma!
Mey
Hermann J. Karbaum
gerçeğin,
bi 'de güz'ün
arasına gizledim, dedi.
Senden yapılma bir rüyayı.
Yerini biliyorum, dedin tebessümle. Uyandırma!
Mey
Hermann J. Karbaum
Haiku...
I.
Budha
dizine vurarak iç çeker.
sonra yatıştırıcı ilaçlarını kullanır.
II
Sıkıntı, kalabalık bir caddedir!
Tam ortasında bekliyor, izliyorsun,
Ama hep oradasın!
A. Ahıska
Ata Mohammadi
Budha
dizine vurarak iç çeker.
sonra yatıştırıcı ilaçlarını kullanır.
II
Sıkıntı, kalabalık bir caddedir!
Tam ortasında bekliyor, izliyorsun,
Ama hep oradasın!
A. Ahıska
Ata Mohammadi
19 Ekim 2014 Pazar
Cumartesi…
Yağmur var. Çünkü cumartesi. Öteden beridir tüm
cumartesilerim yağmurludur benim, cümlesiyle başlayan bir öykünün özlemini
içimde duyduğum ilk andan beri; tüm cumartesilerim yağmurludur benim.
Güzle birlikte yaprakları kızaran sarmaşığın dibindeki
masanın benim için boş tutulduğuna inanmaya meyilli olduğum, pastanenin kapısındayım.
Masam boş. Sabahki yağmurum ardından
hava, açtı açacak izlenimi vermişse de, şimdi indirecek gibi. Geçip oturuyorum
yerime. Geçirilecek iki saat için hazırım. Kitabım, defterim, sabahtır
ertelediğim düşüncelerim, suskunluğum, yağmura düşkünlüğüm ve çay arzum
tastamam yanımda.
Gelişimi fark edip, bir koşu çayımı getirmeye giden garsonu
göz ucuyla izlerken tebessüm ettiğimi biliyorum. Tıpkı birazdan gözümün
caddenin karşısındaki o eski otele takılıp beni yıllar öncesine götüreceğini
bilişim gibi. Düşüncesiyle birlikte görme duyumu da harekete geçiyor. Sıcak bir
yaz günü bu eski pastanenin karşı konulmaz huzuruna kendimi, soluklanmak için,
atıverdiğim o günü düşünüyorum yine. Cumartesi rutininin küçük bir
parçası. Adamın gerçekten neye
benzediğini anımsamak şimdi artık çok zor. Her cumartesi başka bir görünüme
büründürüyor zihnim onu. Otelin önünde
kıpırdamadan duruşunun, bir hikâye gizlemekte
olduğunu sezişimle kesilen nefesimi anımsıyorum örneğin. İyi bir hikâyeyi görür
görmez tanıyacağıma ilişkin böbürlenişimi de. Adamın dakikalarca otelin önünde
kıpırdamadan duruşunu izlediğimi, görmekten aciz olduğum gözlerine çözemediğim
aslı yerine, tercih ettiğim hikâyeyi yerleştirişimi bir de. Çantamdan çıkardığım kitabın boş bulduğum her
yerine hızlıca kurgumu aktarışım dünmüş gibi aklımda. Başımı yazdıklarımdan
kaldırdığım her seferinde onun gitmiş olabileceği korkusunun ellerimi titretişi
de. Son seferinde gitmişti elbette. Ama hikâye ben de kaldı, bir de kendimi
buraya gizlediğim şu cumartesilerde.
Önüme konan çayla sıyrılıyorum otelin önündeki adam
imgesinden. Kendimi hikâyelerden sakınamadığım yakın zamanın sızısının,
yerinden memnun değilmiş gibi bir kıpırdanışla farkındalığı yükseltmeyi amaç
edinen şımarıklığına gülsem mi yoksa kızsam mı bilemeden çayıma uzanıyorum. Yazmaktan
imtina ettiğim öykülerin boşluğunu doldurur umuduyla yanımda gezdirdiğim kitabı
çıkarıyorum çantamdan, bir de her ihtimale karşı defterimi. İlk öykünün sonuna gelmişken düşmeye başlıyor
ilk damlalar masaya. Sarmaşığın setini geçebilmiş damlaları saçlarımın arasına
düşüşünde cumartesileri sevdiren bir sevinç gizli. Yağmur bana ulaşamasın diye,
masayı az beriye çekme önerisiyle gelen garsonu reddedişimin yumuşaklığına
gizliyorum o sevinci. Yağmurda kalp
genişler, diye düşünüyorum. Her bir köşesi yıkanıp arınsın; kötüye meyilli
düşünceyi peşinden sürükleyip götürsün için. Belki yenilerine yer açmak asıl
niyet, diye araya giriyor içimde fesat bir ses. Aldırmıyorum.
İkinci öyküye başladığımda tazelenen çayımın kokusu, bir an
için beni öyküden koparacak gibi oluyor. Çaydan mı, yağmurdan mı yoksa öyküde
üzerinde durmamak için hızla okuyup geçtiğim o cümleden mi, bilmiyorum. Yine de
belleğime kazınıyor cümle.
“ Birini, onu terk edecek – bunu yaparken ‘hoşça kal’
diyecek – cesareti kendinde bulup çıkarabilecek kadar değerli bulmaktır belki
de sevmek…”
Gözümü caddenin karşısına dikip, otelin önündeki adam
imgesini çağırıyorum panikle. Nazlanmıyor
adamın hatırası. Beraberinde taşıdığı olası kurgularla beliriyor. Yağmur hızını
arttırıyor, işaret etmeme kalmadan önümdeki çay yenileniyor. Açık olanı
istemsizce atlayıp yeni bir öyküyü arıyor parmaklarım. İçimdeki oyuk kendini
gizlemeyi başarıyor. Öykünün yeni olanına dalıp gidiyorum.
Soluk alış verişim düzene giriyor. Yağmur bundan var işte,
diye düşünüyorum. Sanırım cumartesiler de…
Mey
Fiddle Oak
18 Ekim 2014 Cumartesi
Güz ve Sır...
Bir sırrı gizliyor,
( beklemesiz, şarkısız, hikayesiz kalışımıza dair)
üfleyişinde rüzgar.
Titriyoruz...
Mey
E. Brisson
( beklemesiz, şarkısız, hikayesiz kalışımıza dair)
üfleyişinde rüzgar.
Titriyoruz...
Mey
E. Brisson
16 Ekim 2014 Perşembe
Güz'de Ağzın...
Ne vakit,
dalgın bir gülüş'ün düş'ünü
kursam ağzında;
güzle aramdaki o şey görünür oluyor imgelemimde.
Hakikatsiz
ve
sırsız
geçip gidişi gibi bir mevsimin.
Ağzın orada öylece duruyor,
gülüş'ün bende kalıcı bir okşayış...
Mey
dalgın bir gülüş'ün düş'ünü
kursam ağzında;
güzle aramdaki o şey görünür oluyor imgelemimde.
Hakikatsiz
ve
sırsız
geçip gidişi gibi bir mevsimin.
Ağzın orada öylece duruyor,
gülüş'ün bende kalıcı bir okşayış...
Mey
Neredeyse...
Uyumsuz şeyler alıyor eline - bir taş,
bir kırık tuğla, iki yanmış kibrit,
paslı çivi karşı duvardaki,
pencereden giren yaprak, damlayan su damlaları
sulanmış saksılardan, saçlarına taktığı samanlar
dünkü rüzgarın - alıyor onları
ve orada, avluda, bir ağaç yapıyor neredeyse.
Bu neredeyse'dedir şiirin kaynağı. Anlıyor musun?
Yannis Ritsos
Sergei Mironenko
bir kırık tuğla, iki yanmış kibrit,
paslı çivi karşı duvardaki,
pencereden giren yaprak, damlayan su damlaları
sulanmış saksılardan, saçlarına taktığı samanlar
dünkü rüzgarın - alıyor onları
ve orada, avluda, bir ağaç yapıyor neredeyse.
Bu neredeyse'dedir şiirin kaynağı. Anlıyor musun?
Yannis Ritsos
Sergei Mironenko
14 Ekim 2014 Salı
Duyusal Yakınlık...
Ne zaman,
kimin,
hangi
yarasına dayasam burnumu, diye yazdı sayfanın sonuna.
Acımasız bir 'biz' kokuyor.
Ardından yazmayı bıraktı...
Mey
Patrick Gonzales
kimin,
hangi
yarasına dayasam burnumu, diye yazdı sayfanın sonuna.
Acımasız bir 'biz' kokuyor.
Ardından yazmayı bıraktı...
Mey
Patrick Gonzales
10 Ekim 2014 Cuma
Güz Kırmızısı...
Dalını terk edişin utancının
kızılına boyanmış yapraklar gibi;
dökülüp,
dağılıyor
kıpkırmızı
bir özleme. Kaybolmuyor yine de.
Rengine boyadığı zemini göğüne yansıtıyor arsızca. Sen durup bakıyorsun gökyüzüne.
Bakıyor
ve
konduramıyorsun. Ne özlemeye ne de kırmızıya. Onca düşkünlüğü...
Mey
Kees van Dongen
kızılına boyanmış yapraklar gibi;
dökülüp,
dağılıyor
kıpkırmızı
bir özleme. Kaybolmuyor yine de.
Rengine boyadığı zemini göğüne yansıtıyor arsızca. Sen durup bakıyorsun gökyüzüne.
Bakıyor
ve
konduramıyorsun. Ne özlemeye ne de kırmızıya. Onca düşkünlüğü...
Mey
Kees van Dongen
8 Ekim 2014 Çarşamba
Ses Emanetçisi...
Sesimi birisine emanet etmek isterdim, diyor.
Fakat kim ister, sorusuyla vurguluyor olmazlığı.
Dinliyorum.
Kim ister o soğuk tınıyı, temasıyla ürperten içe dönüklüğü ya da sır vermeyen renginin sıkıcılığını?
Susuyorum.
Kimsenin istemeyeceğini koyacak yerim yok, diye devam ediyor.
Anlıyorum.
Bir kokuyu bastırmak mümkün belki, diyor. Ama ses öyle değil işte. Olmuyor sesi boğazında sindirmek.
Başımı sallıyorum.
Şarkı söylemesi mi daha katlanılmaz yoksa şarkının doyumsuz güzelliği mi, bilmiyorum, diye ekliyor.
Omuz silkiyorum.
Sen alır mısın, diye soruyor nihayetinde. Al, diyor. Sen de kalsın.
Elimi uzatıyorum.
O gündür bende. Ses de şarkı da...
Mey
Fakat kim ister, sorusuyla vurguluyor olmazlığı.
Dinliyorum.
Kim ister o soğuk tınıyı, temasıyla ürperten içe dönüklüğü ya da sır vermeyen renginin sıkıcılığını?
Susuyorum.
Kimsenin istemeyeceğini koyacak yerim yok, diye devam ediyor.
Anlıyorum.
Bir kokuyu bastırmak mümkün belki, diyor. Ama ses öyle değil işte. Olmuyor sesi boğazında sindirmek.
Başımı sallıyorum.
Şarkı söylemesi mi daha katlanılmaz yoksa şarkının doyumsuz güzelliği mi, bilmiyorum, diye ekliyor.
Omuz silkiyorum.
Sen alır mısın, diye soruyor nihayetinde. Al, diyor. Sen de kalsın.
Elimi uzatıyorum.
O gündür bende. Ses de şarkı da...
Mey
7 Ekim 2014 Salı
Bozkır ve Saksağan...
Bozkırın ortasında bir deli saksağan,
şakıyıp duruyor kötü hikayesini.
Düz'e dikmiş bakışlarını. Anlıyor:
Boz değil bu, diyor. Boş, bomboş bir kır...
Mey
şakıyıp duruyor kötü hikayesini.
Düz'e dikmiş bakışlarını. Anlıyor:
Boz değil bu, diyor. Boş, bomboş bir kır...
Mey
5 Ekim 2014 Pazar
4 Ekim 2014 Cumartesi
Biz ve Ben*...
“Şimdi bizim dışımızda kim var?” – “ kimse.”
– “kim uzak, kim yakın” –“burada biz ve orada biz.”
–“en yaşlı ve en genç kim peki?” –“ biz.”
–“kim yüceltilmeli, kim bize doğru geliyor, kim bekliyor
bizi?” – “ biz.”
–“ya bu güneş, nerden alıyor ışığını?” –“ yalnızca bizden.”
–“ya gökyüzü nedir?” –“bizdeki yalnızlık.”
–“sevilmesi gereken kim peki?” ben!Maurice Blanchot
* Metin uzun bir metnin kısa parçası. Parçayı 'biz ve ben' olarak isimlendiren de ben, bizzat kendim!
1 Ekim 2014 Çarşamba
Gerçekten ve Düş'ten Yapılmışlığa Dair...
Açabilir miydi
gerçeğin soluğu, o düş'ün kapısını?
Düşünmedik, sormadık hatta ummadık da.
Sınamaya dermanımız yoktu;
ne
gerçeği,
ne
düş'ü.
İkisi de bizimdi nasılsa. Ve güzeldiler aynı oranda.
Alçak gönüllü bir aşk'tı bizimki
hem
gerçeğe,
hem düş'e. Gerçek'ten ve düş'ten yapılmaya...
Mey
gerçeğin soluğu, o düş'ün kapısını?
Düşünmedik, sormadık hatta ummadık da.
Sınamaya dermanımız yoktu;
ne
gerçeği,
ne
düş'ü.
İkisi de bizimdi nasılsa. Ve güzeldiler aynı oranda.
Alçak gönüllü bir aşk'tı bizimki
hem
gerçeğe,
hem düş'e. Gerçek'ten ve düş'ten yapılmaya...
Mey
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)