30 Ekim 2014 Perşembe

Kedi, Adın ve Haz...

Şimdi uyursam kaçınabilirim belki, dedi. Zihmindeki huysuz kedinin
tırnaklarıyla yazdığı söz'ün hazzından - adından -.
Dedi ve çayını tazeledi. Kedi güldü bu sıra. Dayanamadı.
Eşlik etti gülüşe.
Şımarık kedinin tırnakları durmak bilmiyordu...


Mey




29 Ekim 2014 Çarşamba

İstek...

Taşısa taşısa saçların taşır,
yağmur damlasına
gizlenmiş şu kalbi.
Şemsiyeni kapamalısın!


Mey


                                Souichi Furusho

28 Ekim 2014 Salı

Adım...

Sabrı yok,
sonsuza meyletmiş bir adımdı.
Bir olmaklığıyla kaldı...


Mey


                                Shoi Ueda

27 Ekim 2014 Pazartesi

Had...

Daralıyor
istiab haddi. Sözün üstünde,
var - yok arası bir gözden ibaretken sen!


Mey


                                                 F. Woodman

Haiku...

Denizler kararır
Ve yabanördeğinin kederli ağlayışı
Dönüşür soluk beyaza...


M. Basho



                                               Hideyuki Katagari

25 Ekim 2014 Cumartesi

Kendini Özleten Hikaye...

Çok özlenmiş bir mevsimin
nazlı göz kapakları gibiydi hikaye.
Kapatıp kendini, grisine tezat parlaklığıyla şaşırtan
bir göğe bakmaya mecbur bırakırdı durmaksızın.
Bekleneceğini bildiği gibi bilirdi,
akıldan hiç çıkmayacağını.
Yanındayım, derdi. Ve hiç olmadım yanında.
Geleceğim, de derdi. Kımıldamadan olduğum yerden. Sen bekle...


Mey




                                                       Guy Denning

20 Ekim 2014 Pazartesi

Güz ve Rüya...

Gri'nin,
gerçeğin,
bi 'de güz'ün
arasına gizledim, dedi.
Senden yapılma bir rüyayı.
Yerini biliyorum, dedin tebessümle. Uyandırma!


Mey


                                Hermann J. Karbaum

Haiku...

I.

Budha
dizine vurarak iç çeker.
sonra yatıştırıcı ilaçlarını kullanır.


II

Sıkıntı, kalabalık bir caddedir!
Tam ortasında bekliyor, izliyorsun,
Ama hep oradasın!


A. Ahıska



                                              Ata Mohammadi

19 Ekim 2014 Pazar

Cumartesi…

Yağmur var. Çünkü cumartesi. Öteden beridir tüm cumartesilerim yağmurludur benim, cümlesiyle başlayan bir öykünün özlemini içimde duyduğum ilk andan beri; tüm cumartesilerim yağmurludur benim.

Güzle birlikte yaprakları kızaran sarmaşığın dibindeki masanın benim için boş tutulduğuna inanmaya meyilli olduğum, pastanenin kapısındayım. Masam boş.  Sabahki yağmurum ardından hava, açtı açacak izlenimi vermişse de, şimdi indirecek gibi. Geçip oturuyorum yerime. Geçirilecek iki saat için hazırım. Kitabım, defterim, sabahtır ertelediğim düşüncelerim, suskunluğum, yağmura düşkünlüğüm ve çay arzum tastamam yanımda.

Gelişimi fark edip, bir koşu çayımı getirmeye giden garsonu göz ucuyla izlerken tebessüm ettiğimi biliyorum. Tıpkı birazdan gözümün caddenin karşısındaki o eski otele takılıp beni yıllar öncesine götüreceğini bilişim gibi. Düşüncesiyle birlikte görme duyumu da harekete geçiyor. Sıcak bir yaz günü bu eski pastanenin karşı konulmaz huzuruna kendimi, soluklanmak için, atıverdiğim o günü düşünüyorum yine. Cumartesi rutininin küçük bir parçası.  Adamın gerçekten neye benzediğini anımsamak şimdi artık çok zor. Her cumartesi başka bir görünüme büründürüyor zihnim onu.  Otelin önünde kıpırdamadan duruşunun,  bir hikâye gizlemekte olduğunu sezişimle kesilen nefesimi anımsıyorum örneğin. İyi bir hikâyeyi görür görmez tanıyacağıma ilişkin böbürlenişimi de. Adamın dakikalarca otelin önünde kıpırdamadan duruşunu izlediğimi, görmekten aciz olduğum gözlerine çözemediğim aslı yerine, tercih ettiğim hikâyeyi yerleştirişimi bir de.  Çantamdan çıkardığım kitabın boş bulduğum her yerine hızlıca kurgumu aktarışım dünmüş gibi aklımda. Başımı yazdıklarımdan kaldırdığım her seferinde onun gitmiş olabileceği korkusunun ellerimi titretişi de. Son seferinde gitmişti elbette. Ama hikâye ben de kaldı, bir de kendimi buraya gizlediğim şu cumartesilerde.

Önüme konan çayla sıyrılıyorum otelin önündeki adam imgesinden. Kendimi hikâyelerden sakınamadığım yakın zamanın sızısının, yerinden memnun değilmiş gibi bir kıpırdanışla farkındalığı yükseltmeyi amaç edinen şımarıklığına gülsem mi yoksa kızsam mı bilemeden çayıma uzanıyorum. Yazmaktan imtina ettiğim öykülerin boşluğunu doldurur umuduyla yanımda gezdirdiğim kitabı çıkarıyorum çantamdan, bir de her ihtimale karşı defterimi.  İlk öykünün sonuna gelmişken düşmeye başlıyor ilk damlalar masaya. Sarmaşığın setini geçebilmiş damlaları saçlarımın arasına düşüşünde cumartesileri sevdiren bir sevinç gizli. Yağmur bana ulaşamasın diye, masayı az beriye çekme önerisiyle gelen garsonu reddedişimin yumuşaklığına gizliyorum o sevinci.  Yağmurda kalp genişler, diye düşünüyorum. Her bir köşesi yıkanıp arınsın; kötüye meyilli düşünceyi peşinden sürükleyip götürsün için. Belki yenilerine yer açmak asıl niyet, diye araya giriyor içimde fesat bir ses. Aldırmıyorum.

İkinci öyküye başladığımda tazelenen çayımın kokusu, bir an için beni öyküden koparacak gibi oluyor. Çaydan mı, yağmurdan mı yoksa öyküde üzerinde durmamak için hızla okuyup geçtiğim o cümleden mi, bilmiyorum. Yine de belleğime kazınıyor cümle.

“ Birini, onu terk edecek – bunu yaparken ‘hoşça kal’ diyecek – cesareti kendinde bulup çıkarabilecek kadar değerli bulmaktır belki de sevmek…”

Gözümü caddenin karşısına dikip, otelin önündeki adam imgesini çağırıyorum panikle.  Nazlanmıyor adamın hatırası. Beraberinde taşıdığı olası kurgularla beliriyor. Yağmur hızını arttırıyor, işaret etmeme kalmadan önümdeki çay yenileniyor. Açık olanı istemsizce atlayıp yeni bir öyküyü arıyor parmaklarım. İçimdeki oyuk kendini gizlemeyi başarıyor. Öykünün yeni olanına dalıp gidiyorum.
Soluk alış verişim düzene giriyor. Yağmur bundan var işte, diye düşünüyorum. Sanırım cumartesiler de…


Mey


                                Fiddle Oak

18 Ekim 2014 Cumartesi

Güz ve Sır...

Bir sırrı gizliyor,
( beklemesiz, şarkısız, hikayesiz kalışımıza dair)
üfleyişinde rüzgar.
Titriyoruz...

Mey



                                                E. Brisson

16 Ekim 2014 Perşembe

Güz'de Ağzın...

Ne vakit,
dalgın bir gülüş'ün düş'ünü
kursam ağzında;
güzle aramdaki o şey görünür oluyor imgelemimde.
Hakikatsiz
ve
sırsız
geçip gidişi gibi bir mevsimin.
Ağzın orada öylece duruyor,
gülüş'ün bende kalıcı bir okşayış...

Mey



Neredeyse...

Uyumsuz şeyler alıyor eline - bir taş,
bir kırık tuğla, iki yanmış kibrit,
paslı çivi karşı duvardaki,
pencereden giren yaprak, damlayan su damlaları
sulanmış saksılardan, saçlarına taktığı samanlar
dünkü rüzgarın - alıyor onları
ve orada, avluda, bir ağaç yapıyor neredeyse.
Bu neredeyse'dedir şiirin kaynağı. Anlıyor musun?

Yannis Ritsos



                                      Sergei Mironenko

14 Ekim 2014 Salı

Duyusal Yakınlık...

Ne zaman,
kimin,
hangi
yarasına dayasam burnumu, diye yazdı sayfanın sonuna.
Acımasız bir 'biz' kokuyor.
Ardından yazmayı bıraktı...

Mey



                                    Patrick Gonzales

12 Ekim 2014 Pazar

Haiku...

Mecalsiz ağzından
ışığını yitirmiş yapraklarını
atıyor bir ağaç.
Ağlamayı bilmediğinden...

Mey



11 Ekim 2014 Cumartesi

Nerede?..

Sordun mu
kendine, var mı?
Benden ayrı
olabildiğin bir yer...

Mey


10 Ekim 2014 Cuma

Güz Kırmızısı...

Dalını terk edişin utancının
kızılına boyanmış yapraklar gibi;
dökülüp,
dağılıyor
kıpkırmızı
bir özleme. Kaybolmuyor yine de.
Rengine boyadığı zemini göğüne yansıtıyor arsızca. Sen durup bakıyorsun gökyüzüne.
Bakıyor
ve
konduramıyorsun. Ne özlemeye ne de kırmızıya. Onca düşkünlüğü...

Mey


                                Kees van Dongen

8 Ekim 2014 Çarşamba

Ses Emanetçisi...

Sesimi birisine emanet etmek isterdim, diyor.
Fakat kim ister, sorusuyla vurguluyor olmazlığı.
Dinliyorum.
Kim ister o soğuk tınıyı, temasıyla ürperten içe dönüklüğü ya da sır vermeyen renginin sıkıcılığını?
Susuyorum.
Kimsenin istemeyeceğini koyacak yerim yok, diye devam ediyor.
Anlıyorum.
Bir kokuyu bastırmak mümkün belki, diyor. Ama ses öyle değil işte. Olmuyor sesi boğazında sindirmek.
Başımı sallıyorum.
Şarkı söylemesi mi daha katlanılmaz yoksa şarkının doyumsuz güzelliği mi, bilmiyorum, diye ekliyor.
Omuz silkiyorum.
Sen alır mısın, diye soruyor nihayetinde. Al, diyor. Sen de kalsın.
Elimi uzatıyorum.
O gündür bende. Ses de şarkı da...


Mey



7 Ekim 2014 Salı

Bozkır ve Saksağan...

Bozkırın ortasında bir deli saksağan,
şakıyıp duruyor kötü hikayesini.
Düz'e dikmiş bakışlarını. Anlıyor:
Boz değil bu, diyor. Boş, bomboş bir kır...

Mey




5 Ekim 2014 Pazar

Ket...

Önünü kessem, diyorum. İçimde akan delimtirek nehrin.
Daima gerisinde kaldığımı hepten unutmuş olarak! Demeye kalmadan
sürüklüyor beni azgınlığıyla. Unuttuğumu hatırlıyorum çaresiz...

Mey



                                     Silena Lambertini

4 Ekim 2014 Cumartesi

Geç...

Yağmur dile dileyeceksen, dedi göğe dikilmiş bakışına düşen
o küçük çise. Kuş için çok geç!
Üşümüş bedenini kollarıyla sarıp, yağmurun da
erkenci olmadığını söyleyecek gibi oldu. Vazgeçti.
İçeri girip kapıyı kapattı ardından. Sıkıca...

Mey



Biz ve Ben*...

“Şimdi bizim dışımızda kim var?” – “ kimse.”
– “kim uzak, kim yakın” –“burada biz ve orada biz.”
–“en yaşlı ve en genç kim peki?” –“ biz.”
–“kim yüceltilmeli, kim bize doğru geliyor, kim bekliyor bizi?” – “ biz.”
–“ya bu güneş, nerden alıyor ışığını?” –“ yalnızca bizden.”
–“ya gökyüzü nedir?” –“bizdeki yalnızlık.”
–“sevilmesi gereken kim peki?”  ben!


Maurice Blanchot

* Metin uzun bir metnin kısa parçası. Parçayı 'biz ve ben' olarak isimlendiren de ben, bizzat kendim!





1 Ekim 2014 Çarşamba

Gerçekten ve Düş'ten Yapılmışlığa Dair...

Açabilir miydi
gerçeğin soluğu,  o düş'ün kapısını?
Düşünmedik, sormadık hatta ummadık da.
Sınamaya dermanımız yoktu;
ne
gerçeği,
ne
düş'ü.
İkisi de bizimdi nasılsa. Ve güzeldiler aynı oranda.
Alçak gönüllü bir aşk'tı bizimki
hem
gerçeğe,
hem düş'e. Gerçek'ten ve düş'ten yapılmaya...

Mey