“
Sevmek, yabancıya açılan kapı önünde yetersiz kalmaktır. “
Bakındı. Göremeyince ters giden bir şeylerin varlığını
düşünmek kaçınılmaz oldu. Ne olmuş olabilir? Merak gelip içine oturdu. Bu, güne
ilişkin planlarının suya düşmesi demekti. Çünkü merak, işgalcidir; kendisi
dışındakinin hüküm sürmesine izin vermez. Kime sorabilirim? Bir iki isim
düşündü. Aklı yatmadı hiçbirine. Kimseye malzeme vermenin alemi yok, dedi. Sorup
soruşturmadan anlamanın yolu varsa, onu bulup çıkarması gerekiyordu.
Geçmişe uzanacak gibi oldu; faydasız yolculuklardan
yorgunluğu düştü aklına. Tam zamanında. Yakasını geçmişe kaptırmak işten
değildi, biliyordu. Zihnin şimdiden kopmaya meyli bir yana; geçmişin benzersiz
ve yinelenmez hazzının tadı – ne denli bastırmaya çabalasa da – çok canlı. Bunlara
bulaşma şimdi diye uyardı kendini. Usluluğuna şaşacak gibi oldu. Sonra merakın
gücünü anımsadı. Tam o anda olup biteni anlama arzusu, geçmişe zihinsel
yolculuktan çekici gelmiş olmalıydı.
Bilmenin ilk adımı varsaymaktan geçiyordu. Olana dair varsayımlar
üretir; ardından, ürettiğinin gerçeklikle uygunluğunu test ederdin. Birden fazla
varsayıma sahip olmak yeğdi. Yanlışladığını temizlerdin zihninden ve sağlam
adımlarla muhtemel doğruya ilerlerdin. Merakı dizginlemenin yolu buydu. O, bir
sakinlesin nasılsa doyurmanın yolu da bulunurdu.
Merakın gerisinde yatan duyguya dokunma niyeti yoktu. O kadar
cesur değilsin, diye mırıldandı. Aynı gün içinde ikinci uyarısı kendine. Gereksiz
değil hiç değilse. Bu yüzden kabullenebilir.
Merakın gerisindekine bulaşmıyoruz; varsayımlarımızı
oluşturuyor, tutarsızlığa düşmeden anlamayı mümkün kılacak bir yol haritası
oluşturuyoruz.
Peki sonra?
Anlamakla yetinip yetinmeyeceği sorunu yüzleşmeyi tercih
etmeyeceği bir mesele şu noktada. İleri gidebilir miyim? Gider. Biliyor kendini.
Sonucu veya sonuçları hesaba katmadan koşar adım üstelik. Durdurmalı mı
kendini?
Durmak, durmaya çalışmak kendini koruma altına alma
güdüsünün dışavurumu. Söz dinlerliği
içini parçalıyor. Kalkıp çay koyuyor. Etrafına
bakıp, kendine iş yaratmaya çalışıyor. Kısa sürüyor evdeki dağınıklığı
toparlamak. O arada çay demleniyor. Okusa ya da zamanı meşgul edecek bir dizi
izlese. İnanmasa da işe yarayacağına, deneyecek. Okurken, okuduğunu aşıp
düşüncenin istenmeyen kıyılarına geçmek mümkün. Bile bile alıyor kitabı eline. Beş,
bilemedin on dakika sonra pes edecek. Ekranda oynayan dizi kendiliğinden
ulaşacak bölüm sonuna. Elimden geleni yaptım diyecek nihayetinde. Durabilsem,
dururdum.
Merak durulmadı bu sırada oysa. Kendini azdırmaya, azdırıp
büyültmeye yeteneği çok. Açım, çok aç der gibi itekliyor zihnini. İnsanın
teslimiyetten utanmayacağı durumlar var, farkında bunun. Mücadelenin sonuç vermeyeceği
bilgisinden değil teslimiyet, arzunun saflığından. Pür istek teslim alır. Şiddetiyle
sarmalar ve zorlar. Arzunun nesnesi önemsizleşir, seni düşüreceği durumlar
tehlikesiz görünür, nasılsa ayakta kalırım güvenini körükler ve tırmanışı kolay
kılar.
Çayın altını kapattı. Uzanmalı diye düşündü. Mekâna dikey
durmak fazladan güç gerektiriyor çünkü. Gidip kanepeye uzanıyor. Varsayımları bir
bir geçiriyor aklından. Her biri bunca güçlü ve kötümser olmak durumunda mı,
sorusu aklında yetersizliğine yanıyor içten içe. Gözlerine inen uykuyu pes ediş
diye yorumlamıyor bir yandan. İzin veriyor uykunun arzusuna rüyadan medet
umduğundan.
Kapı önünde. Kapı geçitsiz, yetmeyiş tanıdık. En azından
sevebiliyor. Eli, başkasının bıraktığı o izin üstünde bunu geçiriyor içinden. En
azından sevebiliyorum. Bir süre uyanmasam da olur, diyor diğer tarafına
dönerken. Kapı önünde. Hala…