Girmek zorunda olduğu binaya yöneldiğinde, zihninin
geride bıraktığı o an’a kilitlenmiş olduğunu biliyor. Geride kalmış bir
zihinle, önündeki dakikaları nasıl geçireceği ise bilmediği şey o anda. Son dönemde bunun, yani bir an’a önce
gözlerinin ardından zihninin takılı kalmasının, sıklaşmaya başlamasının
ardındaki nedeni – nedensizliğin kabulü bir seçenek olmadığından - arayacak hali yok. Bireysel bir hüzünden
kaynaklanmadığından emin çokça yaşanmaya başlanan durumun. Daha çok “ insan “
kavramı içinde ama onu çevreleyerek gelişen ve yayılan bir ağırlaşma belki. Henüz
başka birinde gözlemlemediyse de benzer bir durumu – hoş dışardan görülmesi ya
da fark edilmesinin güç olduğunun ayrımında – yalnız olmadığını seziyor. İsteksiz
adımlarının yavaşlığına gülecek gibi oluyor, metala değen o ince dal parçasına
bakmanın, bakakalmanın; hatta bakakaldığı o an’ın yarattığı kopuş duygusunun
verdiği huzuru anımsıyor. Anlatabilse ve az akıllı biri olsa karşısında,
yaşadığının bir tür zihinsel kaçış olduğu yorumuyla karşılaşabileceğinin
farkında. Ancak bunun yeterli bir açıklama olmadığını fısıldıyor içinden bir
ses. Kaçışı da – belki – kapsayan, kaçışı aşıp giden, bildiği tüm mantıksal temellendirmelerin
az daha ötesinde bir şeyi yaşamakta olduğunu anlıyor. Anladığının – henüz –
anlamsız olması ise kafa karıştırıcı elbette.
Dal ve metal örneğin. Değil düşünmeye, soluk almaya bile
izin vermeyen bir yoğunluğun arasına sıkıştırılmış on dakikalık çay ve sigara
molası için çıktığı binanın karşısındaki apartmanın demirlerine yaslandığında
tek arzusu biraz sessizlikti. Hava soğuk değildi ve ılık sayılabilecek hafif
bir esinti vardı. Sırtını az önce çıktığı binaya döndü, görmemek ve görünmemek
için. Sığındığı duvar dibini çevreleyen metalin rengine kaydı gözü ilkin ve
demirin renginin solgunluğu bir an için hüzünlendirdi onu. Derken yaprağını
epeyce önce yitirmiş, çıplaklığını ortadan kaldıracak mevsimin çıkıp gelmesine
henüz çok zaman olan o cılız dalın temasına kaydı gözü. Esintinin ritim verdiği
periyodik dokunuşlar. Yumuşak, ses vermeyen, inatçı küçük temasın yinelenmesine
bakarken, büyü desek küçümseyici bir tebessümle cevap vereceği bir kopuş
hissetti. Kütlesinden kurtulmuş da süzülüyormuş, bir şarkının ağır notalarının
esrikliğiyle gözleri kendiliğinden kapanıvermiş, metafizik anlamıyla bir ruhu
varmış da, o ruh kendisini ve bedenini ağırlaştıran her şeyden sıyrılmayı
başarıvermiş, dalı birkaç santim uzaklaştırıp ardından tekrar temasa iten rüzgâra tapınma arzusu veren bir iman duygusuyla doluvermiş gibi. Sona ermesin dileği
ağzının içinde dolanıp duruyor, sese dönüştü dönüşecek. An’ı uzatmak için her
şeyi yapabilir, bunu görüyor kendinde. Unutuşun içinde kayboluş. Kayboluşun içinde
unutuş. An’la sınırlı olduğunu bal gibi bildiği bir arınış. Kendisine canavar
düdüğü gibi gelen o metalik sesin canhıraş çınlamasıyla az sonra kopacak
sımsıkı bağlandığından. Şimdi bunu düşünemez, bir an sonra olacakla, hali
hazırda olan’ı bozamaz. İçeri girmesi gerektiğini haber verecek sesi
beklentisinden sıyrılıp içinde olduğunun içine olabildiğince girmesine izin
veriyor.
Kopuştan kopuş gerçekleşip de binaya doğru yürümeye
başladığında birkaç haftadır, farklı durumlarda ve tamamen alakasız nesneler
aracılığıyla yinelenen yaşantısının, nedenselliğe sıkı sıkıya bağlı zihnini
allak bullak edişinden haince bir keyif duyduğunu saklamıyor kendinden. Belediye
işçilerinin gözünden nasılsa kaçmış, kurumuş bir yaprağın önünden usulca
sürüklenişi, başını yasladığı otomobil camına yağmur damlalarının usulca
düşüşü, çayın buharının havaya karışıp az önce bir şeyken ardından hiç oluşu ve
şimdi de şu cılız dalın metale dokunuşu. Özü varoluşundan önce varlıklar’a
bakmanın verdiği o tümlenme duygusu. Kendi özünü teslim alan, aldığını dışındaki
varlıklarla yoğurup tekrar geri veren bir oluş hali.
Binanın kapısından girerken, kendiliğindenliğine müdahale
edemeyeceğini bildiği bu şeye – neydiyse artık o şey – ihtiyacı olduğunu
düşünüyor. Maratonuna kaldığı yerden
devam etmek için merdivenin basamaklarını tırmanmaya başlıyor ardından. Yoksa
nasıl dayanırım dayanmaya, diye mırıldandığını kuruyorum ben de tam o esnada.
Mey