5 Ağustos 2015 Çarşamba

Çığlık..

Geceyi ikiye ayırdı. Kurdun kuşun uyuduğu bir saat. Önce hafifçe yükseldi ve insanın el ayak çektiği düzlüğe yayıldı. Kurt, kıvrıldığı kovuktan çıktı; kuşun kanatlarına deli bir rüzgâr vurdu. Geceyi birden çok’a böldü. Kurt kuş uyandı, insan uyanmadı.

Derken bir daha. Gece dondu. Biz önce uyandık, sonra donduk. Yataklarımızdan kalkıp odanın ortasında toplaştık üçüncüsünde. Babamın yüzüne uyanıklık inmeden utancın karası inmiş. Annem yatağında unuttuğu yorganının hayaliyle örtüyor yüzünü. Kapıya davranacak gibi olunca, babamın “ kal yerinde” diyen eli sessizce havaya kalkıyor. Orada kalıyor. Sana düşmez’le devam ediyor havadaki elin itiraz kabul etmez tok sesi. Elin dilindeki kararlılıkla kıpırdayamaz hale gelmişiz çoktan. Nicedir yapmıyordu, diye fısıldıyor annem. Pencereden toprak yolun karşısındaki birkaç evin yakılan ışıkları seçiliyor. Kaç evin ortasına toplanmış ve havaya kalkan bir elin dayatmasıyla donup kalmış çoluk çocuk olabileceğini hesaplıyorum çabucak. Işıklar yanar, insanlar donup kalır ancak hiçbir evin kapısı açılmaz bizde. Duyar- görmezler âleminin naçar oyuncaklarıyız.

Yarın kahvede suratımı düşürürüm, diye ikna etmeye çalışıyor havadaki elini babam. Anlar. Geçende anladı mı? Olmadı bir köşeye çekip, kulağını çekerim. Bu kaçıncı kulak çekme? El inmemekte ısrarlı. Bir havada asılı eline bakıyor babam bir konu komşunun henüz söndürülmemiş ışıklarına. Bize dönüp, hadi yatın diyor. Hiçbirimiz kıpırdamıyoruz. Kulağımız bir an önce başlaması için duacı olduğumuz kesik hıçkırık seslerinde.

Dördüncüde annemin gözü babamın havadaki eline kenetlenmiş, bedeninde ayıplanamaz bir titreme. Geçen hafta misafirliğe gelen dünürünün zoraki gülüşü, pişman ve çaresiz bakışları düşmüş aklına besbelli. Oğlun, diyordu kadının bakışları senin oğlun. Taş doğursaydım, dememiş diyememişti yine de annem hiçbir zaman. Sünepe bir oğlanken şuralarda dolaşışı, anasını atasını sayışı, küçüğünü büyüğünü bilişi parmakla gösterilirdi. Gerdeğe girmesiyle o sünepe oğlan gitmiş başka bir şey gelmişti yerine. Bahane bulma yarışına girdi ilkin annemle babam. Derken bahanelerin kiminin içi boş çıktı, kimi işe yaramadı. İtiş kakış her evde normal sayılır bizim buralarda. Erkektir, kocadır, evin direğidir sever de döver de. Hırpalanmış kadınlar erkeğin boş bıraktığı odalarda birbirlerine içlerini açar, iki gözyaşı döker, kadere sitem eder, rahatlayıp evlerine dönerler. Bizim gelinin kaderi karaymış, demişti sonunda annem. Kapkara. Başından kara yazılmışı kim aka çevirebilir ki?
İki kez kaçıp baba evine döndü yengem. Kolundan tutup geri getirdiler. Ağabeyin söz vermelerine kimsenin inandığı yoktu ya, çözüm tek ve belliydi. Ölüm çıkacak bu evden diye bağırdı yengem bir sabah, abim evden çıkıp gidince, anneme. Ölüm çıkacak. Ölüm çıkacak. Ölüm çıkacak.
Kızı öldürecek, diye fısıldadı annem çaresizce beşincide. Küçükler çoktan ağlamaya başlamışlardı. Babamın eli yanına düşmüş, sokak kapısına dönük ayaklarını durduran zihnine söz geçirmeye çalışıyor gibiydi. Komşu evlerin ışıkları sönmemiş ama bir Allah’ın kulu başını uzatmamıştı çığlıkların geceyi, düzlüğü kapladığı yere.

Avlunun içindeki öteki eve kilitlenmiş kulaklarımız bir başka çığlıkla ne yapacağımızı bilememenin kırdığı bedenlerimizin titrekliğiyle bekledik. Küçük hıçkırıkları bekledik. Gün olur da duyamazsak endişesini hep içimizde tuttuğumuz hıçkırıkları. Altıncıda fırlarım, dedim kendime. Babamın havaya kalkacak elini görecek halim kalmamıştı. Altıncıda durmam artık. Altıncı geldiğinde, yedinciyi bekleyeceğimi bile bile dedim bunu kendime.

İlk kesik hıçkırıkla verildi tutulan soluklar. Babamın yanına düşmüş elinde bir rahatlama. Annemim yüzünde acı asılı durur, çocuklar yengemin hıçkırıklarını taklitte. Yatın hadi, diye gürledi babam. Ben küçükleri yataklarına götürdüm. Babam yatağa iteklerken annemi, kocası döver de sever de diyordu. Komşu ışıklar söndü. Avlu doğal karanlığına döndü. Avlunun ötesindeki ağabeyimin evine baktım, devam eden hıçkırıkların utancı içimde. İnsan uyudu, hıçkırık bile uyudu sonunda. Gözlerime uyku inerken gördüm: Çatıda bir kuş, kapı önünde bir kurt. İnsan uyudu. Hepten


Mey



                                                           Ayşe Mıhçı