31 Ağustos 2015 Pazartesi

Yüz...

Koparıp kendini
çağ'dan
ve
benden,
koşar adım uzaklaşıyor yüzüm.
Her vurulmuş çocuk
bir başka çirkin çizgi çünkü, diyor.
Her kadın çığlığı,
her patlayan bomba,
ölmeye zorlanmış her kent. En çok da,
her şeye karşın tebessüme meyli kasların.
Anla, diyor. Anla.
Ve yeni bir çağ bulmadan yeni bir yüz arama...


Mey





23 Ağustos 2015 Pazar

Bozulan...*

Hızlıca yürüyordum, diye anlatmaya başladım. Soluk soluğa kalmıştım. Sen hiç yavaş yürümezsin ki, diye kestin sözümü. Son zamanlarda hep böyle yapıyordun. Olur olmaz yerde lafımı kesiyor; ne söylesem aksini iddia ediyor, neredeyse bilerek damarıma basıyordun. Anlatacaklarım, o anki kızgınlığımdan daha önemli olduğundan üzerinde durmamaya karar verdim. Bu kez daha hızlı yürüyordum işte, diye sürdürdüm konuşmayı. Neden, diye sordun. Meraklanmış gibiydin. Onlar gelmeden evde olabilmek için, cevabı ile, yerimizi, aceleci adımlarla evinin sokağına dalmış; ikimizin de bana benzetmekte zorlandığı o kadının görüntüsü aldı.

Soluğu tıkanmış gibi görünüyordu. Saçları hafif dağılmış, çantası omzundan kaydı kayacak, yüzünde gecikmişlerin tanıdık endişesi, yürüyordu. Saatine bakması ile kendisine doğru gelmekte olan komşusunu görmesi aynı ana denk geldi. Aman, dedi. Bir başlarsa sohbete susmaz bu. Sıkıldığımı da anlamaz. Görmezden gelinecek gibi değildi, birkaç adım sonra karşı karşıya olacaklardı ve komşu kadın şimdiden tebessüm etmeye başlamıştı. Eyvah, dedi.

Eyvah ya, diye söze daldın yine. Görüntüye girmemiz için doğru bir zaman olmadığını söylemek üzere ağzımı açmıştım ki, o kadından hoşlanıyor musun sahiden, sorunla diyeceklerimi yuttum. Bilmiyorum, dedim. Aklım, kendime benzetmekte zorlandığım görüntümdeydi bir yandan da. Bazen hoşlanıyorum, dedim. Bazen de hoşlanmıyorum. Çok konuşan birine benziyor, dedin. Haklıydın. Başladı mı susmak bilmezdi. Ama kötü biri değildi. Kötü biri değil, dedim. Yarenlik arıyor sadece. Herkes gibi, diye atıldın hoş olmayan bir sırıtışla. O anda görüntü yeniden değişti.

Merhaba, dedi komşu gülümseyerek. Merhabayı gülümsemeksizin karşıladı, ben olduğuna ikna olmakta zorlandığım kadın. Nereden böyle, diye sordu komşu. Sorunun cevabı geride bıraktığı yoldaymış gibi, dönüp ardına baktı beriki. Cevap orada değildi elbette. Döndü, aşağı inmiştim bir işim vardı da, dediğini işittik. Komşunun yüzündeki gülümseyiş kaybolmuyordu. Hava, dedi. Pek güzel. Havayı görecek halim yok şimdi, diyemezdi. Başını salladı evet manasında. Komşu kadın durup bekledi, nereye gittiğinin sorulmasını bekler bir hali var gibiydi. Karşısındakinin havayı görecek halde olmadığı gibi, nereye gittiğiyle ilgilenecek durumda da olmadığını anlamakta zorlanacak bir saflıkla bakıyordu. Benim, diye söze başladı nihayet ben. Eve gitmem gerekiyor, servisten gelecekler de. Hayırdır, diye sordu komşu kadın. Bozulan bir şey mi var? Başını salladı yine beriki, sabırsızdı. Evet, dedi. Komşu kadının soruları bitecek gibi değildi: ne bozuldu? Gerçi bir bozulmaya başlarsa bu makineler üst üste gidiyorlar. Ne bozuldu, sorusuna takılıyor. İçinde büyüyen paniğin geç kalmışlığıyla ilgili olduğunu söylüyor kendine. Komşudan kurtulmalı, adamlar gelmek üzeredir.

Geçiştirmekte üstüne yoktur, kurtul artık şu kadından dedin bu sırada. Başımı kaldırıp şaşkınlıkla baktım. Görüntünün ani değişimlerinden başım dönüyordu. Evet, ama nasıl, diye sordum. Neyse’yi hatırla, diye kestirip attın.

Neyse, benim eve girmem lazım diyor komşuya, değişen görüntüdeki sesim. Adamlar gelmek üzeredir. Komşu anlayışla gülümsüyor. Vedalaşıyorlar. Ters yönlere doğru, biri gülümseyişindeki rahatlığı andıran bir ağırlıkla, diğeri içindeki paniğin nedeninin belli olmaya başlamasının tedirginliğinin hızıyla ilerliyorlar.

Bu sıkıntı da neyin nesi, diye sordun. Henüz ben de bilmiyorum, dedim. Seziyorum ama demeye gerek duymadım. Öyküyü takip et! İçeri gir artık, diyen sesinde en çok seni şaşırtan bir sabırsızlık vardı.

Şimdi içeride. Kapıyı ardından kapatıp, ona yaslandığını, derin ve düşünceli bir soluğu yavaşça dışarı verdiğini görüyoruz. Yeniden saate bakıyor. Neredeyse gelirler, diye düşündüğü yüzünden belli. Hızlıca mutfağa daldığını, kısa bir sürenin ardından banyoya yöneldiğini, oradan da belirgin bir düş kırıklığı ifadesiyle çıktığını fark ediyoruz. Merak yükseliyor.

Ne oluyor, diye sordun. Bilmiyorum, dedim. Sustuk.

Çalan kapının sesiyle irkiliyor. İkircikli bir duruşu var kapıyı açmaya uzanışının hemen öncesinde. Kapının önünde iki adam. Biri gençten, diğeri orta yaşlı. Geldikleri servisin adını söylüyorlar. Biraz daha bana benzemeye başlamış olan kadın, hafifçe başını sallarken adamların ceplerinden çıkardıkları galoşları ayakkabılarının üzerine giymeye çalışışlarını izliyor. O esnada aklından geçenleri ikimiz de biliyoruz. Eskiden terlik uzatırdık, diye düşünüyor. Evimize konuk kabul eder gibi buyur ederdik insanları. Şimdi çoraplarının evimizin zeminine değmeyecek oluşunun memnuniyetiyle bakıyoruz. Galoşlar giyiliyor, çekingen bakışlar eşliğinde giriyorlar içeri. Makine, diye soruyor orta yaşlı olanı. Güvensizliği belirgin bir işaretle mutfağı gösteriyor. Adamlar önde, ben olduğunu artık kimsenin inkâr edemeyeceği kadın arkada, mutfağa giriyorlar. Bir an duruyorlar orta yerinde. Sorulmadan bulaşık makinesini işaret ediyor. Adamlar iş bilir bir tavırla yanaşıyorlar makineye. Kapak açılıp kapanıyor, düğmelere basılıyor. Bu makine çalışıyor, diye haber veriyor orta yaşlısı. Gözlerindeki soruyu henüz sormayacak bu belli. Çaresiz bakıyor olmalıyım diye düşünüyor kadın. Kusura bakmayın, diyor. Dalgınlıktan. Utangaç gülümsüyor. Buzdolabına yönlendiriyor adamları.

Ne yaptığını sanıyor bu, diyen sesinle görüntüden uzaklaştırdım bakışlarımı. Yüzümde az önce izlediğimize benzer o utanmış bakış, başımı salladım.

Buzdolabının da çalışır durumda olduğunun ortaya çıkmasıyla üçü birden banyoya doğru ilerlerken genç olanın, orta yaşlıya attığı alaylı bakışı fark ediyor. Çamaşır makinesi yüzümü kara çıkarmasa en azından, diye düşündüğünü biz anlıyoruz, adamlar ise giderek meraklanıyorlar. Az sonra çamaşır makinesinin de sapasağlam olduğu belli oluyor. Yanaklarına yayılan kırmızılığın yüzü suyu hürmetine olmalı ki, orta yaşlı olan yumuşakça soruyor: Kontrol etmemizi isteğiniz başka makine var mı?

Gönder şu adamları, diye kükredin. Elimden gelse bu hikâyeyi anlatmaya başlamamış olmayı istediğimi pekâlâ biliyordun bir yandan da. Eğleniyor muydun, yoksa kızgınlığın sahici miydi, çıkaramıyordum.

Adamları yolcu ederken sıraladığı özür sözcüklerinin, bizce bir anlamı yok. Genç olanın güldü gülecek yüzü neyse de, orta yaşlı adamın bakışlarındaki halden anlar ifade canını daha çok yakıyor gibi görünüyor. Önce kapıyı kapatıyor, ardından elleriyle yüzünü.

Bilmiyor, dedin. Nasıl bilmez? Verecek cevabım olmadığını bilmez gibi konuşmanın beni kızdıracağını umursamıyor oluşuna daha çok öfkelendim. Nasıl bilmez, sorusu benim de zihnimde, ucu keskinleştirilmiş bir kıymıktı. Bir şey bozulmuş olmalı, diyerek savunmaya geçmemin de anlamı yoktu. Bozulan bir şey olmalıydı yine de. Elleri hala yüzündeyken işittiğimiz sesle dikkatimiz yine ona dönüyor.

Ağlıyor, dedin. Olabilir, dedim. O anda benim de gözlerimin dolu dolu olduğu düşünülecek olursa, uzak ihtimal değildi.

Ses yükseldikçe, ağlamayıp kıkırdamakta olduğunu fark ediyoruz. Kıkırdama acımsı bir kahkahaya dönüşüyor sonrasında. Olduğu yere çökerek, sırtını kapıya yasladığını ve gözlerinden boşanan yaşlara aldırmadan güldüğünü görüyoruz.

Mey

* Öykü ilk olarak Süje Dijital Dergi'nin 10. sayısında Yayımlanmıştır.
http://www.yersizyurtsuz.com/suje/mayis_2015/sayfalar/suje_sf_11.htm







17 Ağustos 2015 Pazartesi

Yine De...

Zararı yok bir yalanın
ağzından büyüyen
sarmaşıktı sarmalayan
kalbi.
Güz'den önce, kızıl
ve
sonra, kıpkızıl.
Yine de sevdi
ağzını...


Mey



8 Ağustos 2015 Cumartesi

Göz'den Mıh...

Gözden bir mıh-
fotoğrafta-  ciğeri. Soluğu git gide azalan.
Bakıyor, arıyor. Yok!
Olmalı, diyor. Yeterince bakarsam bulurum.
Yeterince bakıyor. Yine de asla emin olamazsın, diyor. Yeterinceye dair bir fikri olmadan bakabildiği kadar bakıyor.
Çünkü gözden bir mıh zihni.
Yok, yok, yok işte!
O son imgeyi;
o karanlık işareti nerenden sileceğini ne yapsa bulamıyor.
gözden bir mıh çünkü yanılmışlığı. Yok!


Mey






5 Ağustos 2015 Çarşamba

Çığlık..

Geceyi ikiye ayırdı. Kurdun kuşun uyuduğu bir saat. Önce hafifçe yükseldi ve insanın el ayak çektiği düzlüğe yayıldı. Kurt, kıvrıldığı kovuktan çıktı; kuşun kanatlarına deli bir rüzgâr vurdu. Geceyi birden çok’a böldü. Kurt kuş uyandı, insan uyanmadı.

Derken bir daha. Gece dondu. Biz önce uyandık, sonra donduk. Yataklarımızdan kalkıp odanın ortasında toplaştık üçüncüsünde. Babamın yüzüne uyanıklık inmeden utancın karası inmiş. Annem yatağında unuttuğu yorganının hayaliyle örtüyor yüzünü. Kapıya davranacak gibi olunca, babamın “ kal yerinde” diyen eli sessizce havaya kalkıyor. Orada kalıyor. Sana düşmez’le devam ediyor havadaki elin itiraz kabul etmez tok sesi. Elin dilindeki kararlılıkla kıpırdayamaz hale gelmişiz çoktan. Nicedir yapmıyordu, diye fısıldıyor annem. Pencereden toprak yolun karşısındaki birkaç evin yakılan ışıkları seçiliyor. Kaç evin ortasına toplanmış ve havaya kalkan bir elin dayatmasıyla donup kalmış çoluk çocuk olabileceğini hesaplıyorum çabucak. Işıklar yanar, insanlar donup kalır ancak hiçbir evin kapısı açılmaz bizde. Duyar- görmezler âleminin naçar oyuncaklarıyız.

Yarın kahvede suratımı düşürürüm, diye ikna etmeye çalışıyor havadaki elini babam. Anlar. Geçende anladı mı? Olmadı bir köşeye çekip, kulağını çekerim. Bu kaçıncı kulak çekme? El inmemekte ısrarlı. Bir havada asılı eline bakıyor babam bir konu komşunun henüz söndürülmemiş ışıklarına. Bize dönüp, hadi yatın diyor. Hiçbirimiz kıpırdamıyoruz. Kulağımız bir an önce başlaması için duacı olduğumuz kesik hıçkırık seslerinde.

Dördüncüde annemin gözü babamın havadaki eline kenetlenmiş, bedeninde ayıplanamaz bir titreme. Geçen hafta misafirliğe gelen dünürünün zoraki gülüşü, pişman ve çaresiz bakışları düşmüş aklına besbelli. Oğlun, diyordu kadının bakışları senin oğlun. Taş doğursaydım, dememiş diyememişti yine de annem hiçbir zaman. Sünepe bir oğlanken şuralarda dolaşışı, anasını atasını sayışı, küçüğünü büyüğünü bilişi parmakla gösterilirdi. Gerdeğe girmesiyle o sünepe oğlan gitmiş başka bir şey gelmişti yerine. Bahane bulma yarışına girdi ilkin annemle babam. Derken bahanelerin kiminin içi boş çıktı, kimi işe yaramadı. İtiş kakış her evde normal sayılır bizim buralarda. Erkektir, kocadır, evin direğidir sever de döver de. Hırpalanmış kadınlar erkeğin boş bıraktığı odalarda birbirlerine içlerini açar, iki gözyaşı döker, kadere sitem eder, rahatlayıp evlerine dönerler. Bizim gelinin kaderi karaymış, demişti sonunda annem. Kapkara. Başından kara yazılmışı kim aka çevirebilir ki?
İki kez kaçıp baba evine döndü yengem. Kolundan tutup geri getirdiler. Ağabeyin söz vermelerine kimsenin inandığı yoktu ya, çözüm tek ve belliydi. Ölüm çıkacak bu evden diye bağırdı yengem bir sabah, abim evden çıkıp gidince, anneme. Ölüm çıkacak. Ölüm çıkacak. Ölüm çıkacak.
Kızı öldürecek, diye fısıldadı annem çaresizce beşincide. Küçükler çoktan ağlamaya başlamışlardı. Babamın eli yanına düşmüş, sokak kapısına dönük ayaklarını durduran zihnine söz geçirmeye çalışıyor gibiydi. Komşu evlerin ışıkları sönmemiş ama bir Allah’ın kulu başını uzatmamıştı çığlıkların geceyi, düzlüğü kapladığı yere.

Avlunun içindeki öteki eve kilitlenmiş kulaklarımız bir başka çığlıkla ne yapacağımızı bilememenin kırdığı bedenlerimizin titrekliğiyle bekledik. Küçük hıçkırıkları bekledik. Gün olur da duyamazsak endişesini hep içimizde tuttuğumuz hıçkırıkları. Altıncıda fırlarım, dedim kendime. Babamın havaya kalkacak elini görecek halim kalmamıştı. Altıncıda durmam artık. Altıncı geldiğinde, yedinciyi bekleyeceğimi bile bile dedim bunu kendime.

İlk kesik hıçkırıkla verildi tutulan soluklar. Babamın yanına düşmüş elinde bir rahatlama. Annemim yüzünde acı asılı durur, çocuklar yengemin hıçkırıklarını taklitte. Yatın hadi, diye gürledi babam. Ben küçükleri yataklarına götürdüm. Babam yatağa iteklerken annemi, kocası döver de sever de diyordu. Komşu ışıklar söndü. Avlu doğal karanlığına döndü. Avlunun ötesindeki ağabeyimin evine baktım, devam eden hıçkırıkların utancı içimde. İnsan uyudu, hıçkırık bile uyudu sonunda. Gözlerime uyku inerken gördüm: Çatıda bir kuş, kapı önünde bir kurt. İnsan uyudu. Hepten


Mey



                                                           Ayşe Mıhçı

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Hep Irmağı...

Suyu zehirli,
yatağı " hep " yönü
bir delişmen akış ince kollarında.
Çürüyor durmaksızın
ve
hayretle bakıyor
kuruyup gitmeyişine...


Mey



                                                                  Olga Ziemska