Çiçeğe dokundu. Plansızdı. Planlamış olsaydı, belki de bu
kadar beklenmedik; beklenmedik olduğundan da şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğundan da
akışı birden kesen; akışı birden kesişinden de sarsıcı olmazdı. Plansızlık ona
göre olmasa da, bu kadar kendiliğindenlik başka bir zaman olsa onu huzursuz
edecek olsa da bu kez ne huzursuzlandı ne de huysuzlandı. Temasın ne kadar
sürdüğünü söylemek zor. An veya anlar toplamı. Geçen süre umurunda değil şimdi.
Parmaklarının ucunda minik bir alazlanma, alazlanma yüzünden belki teninde
belli belirsiz bir elektriklenme duydu. Benzer bir duyum anısı aradı belleği
hızla. Bulamadı ilkin. Bulamayış anı, benzersizlik heyecanını tetiklemiş olmalı
ki içine çektiği havayı bırakacak yer yokmuş gibi ciğerinde bir sızı ile kalakaldı.
Parmakları istemsiz hareketlendi ve kadifemsi yaprağın üzerinde kısa bir
gezinti geldi peşi sıra. Parmaklarının baskısıyla titredi mor yaprak, bakan
olsa göremezdi öyle yokmuş gibi. Belleğinin puslu bir yolda pusu ve karanlığı
delerek ilerlediğinin farkındaydı ama dikkati çiçekteydi şimdi. Belleği boş
verdi. Bir kez daha hareketlendirdi elini. Bu kez tek parmak: Serçe parmağı.
Usul bir dokunuş. O an buna temas denmeyeceğini fark etti. Tek yanlı çünkü.
İkinci farkındalık teninin altındaki hassaslığa biraz daha baskı uygulama
arzuna ilişkindi. Her arzu gibi az çok vahşiydi. Tuttu kendini. Rengini
düşünmek işe yaradı. Mor ama çok belirgin değil. Soluk neredeyse. Lila mı
diyorlardı buna? Leylakların rengini andırıyor ama parmağının ucunda titreyenin
leylak olmadığını biliyor. Elini çekmeli mi? Bu izinsiz dokunuşun verdiği hazzı
az daha uzatmalı mı, kararsız kaldı. Koku araya girmemiş olsa kararsızlık
uzardı. Kokuyu aldı ve belleğinin hızlıca devimini duydu. Duyumsal bellek
devrede. Sesleri, tatları, dokunuşları anımsamaktan daha kolaymış kokuyu
anımsamak. Bir yerde okumuş olmalı bunu. Çiçeğe dokunmayan eliyle alnını
sıvazladı önce, sonra parmaklarıyla hafif bir tempo tutturdu. Cılız bir melodi
canlandı parmaklarının vuruşunda. Daha baskıcı daha sert. Çiçek büzülmek ister
gibi hareketlendi serçe parmağının altında o anda. Dillense, bırak artık
diyecek gibi. Hazır olduğumda diye düşündü. Henüz değil. Şimdi değil. Tam şu
anda değil. Kokuyu tanıyacak gibiydi. Cılız duyumsal dilin yaklaşıp uzaklaşışı
alay edilmiş gibi içerlemesine neden oluyordu. Tanım için, daha doğrusu tanıma
için gereken sözcüklerin eksikliği büyük bir yoksunluk şimdi. Düş kırıklığı ile iç geçirse yeri. Yapmadı.
Hafifçe titredi bir şey. O veya çiçek. Hemen adlandırdı: Titrek an. Ansızın yağmur
indirmiş, içinden buz gibi bir düşünce geçmiş, içtiği soğuk su dişini
kamaştırmış, burnunun ucuna bir kar tanesi değmiş gibi. Belli belirsiz ve
şiddetli bir titreyiş. Onda veya çiçekte. Hangisinde, sorusunun bir anlamı
varsa da, o anda anlam arayışının yeri yok. Geri bas zihin, dedi. Dilsiz
alışverişin keyfini sürmeye henüz başlamışken aklı buyur etme mahal yok.
İnsan dış dünyayı zihninin yapısına göre şekillendirir;
algılarını biçimlendirir, diyenleri biliyor. Bu bilgi onda. Bilgi istemiyor
şimdi. Duyumsama aşamasında kalsa iyi, bunu anlıyor ve bir kalkan arayışıyla
etrafına bakınıyor. Bu büyük bir hata. An’a fazladan nesne sokmak, gereksiz
ayrıntıları dâhil etmek olan bitene genişlemeye, genişleme de sözcük arayışına,
sözcük arayışı da nihayetinde bulmaya, bulma da yordama çabasına neden olacak.
Gözlerini kapat, diyor panikle. Derhal kapatıyor paniğine itaat ederek. Ses
yükseliyor. Şaşırtıcı. Piyanoydu, keman nereden çıktı, diyor çiçeğe. Çiçekten
cevap umacak değil, eli yanına düşüyor. Kulak kesiliyorlar. O ve çiçek. İçinden
bir “ hııımmmm” nidası peyda oluyor. Hayretle karışık bir hazla yükseliyor
nida. Çiçeğe kıyamadığından alt dudağını dişliyor.
Çiçeğin yanında uzaklaşmadan hemen önce, “ her sabah bunu
dinleyelim “ diyor. Günü kabul etmeden hemen önce. Sen de dinle. Gözlerini
uyanıkla zorladıktan hemen sonra. Sen de dinle. Sesi belleğine, an’ı cebine
atıp uzaklaşırken çiçeğin kırmızı olduğunu görecek halde değil.
Melek Ekim Yıldız