Kendisine ardı ardına soru soran yüzlere baktığında ve
cevaplara – yani gerçekle uyuşan cevaplara – sahip olmadığını fark ettiğinde A.
gülümsedi. Çünkü bazen yapılabilecek tek şey gülümsemektir. Bir gülüşün onlarca
farklı anlama gelebileceğini biliyordu elbette ve cevapsızlığına kızmaktan çok
haklı çıkmanın kibriyle yaklaşmaya hevesli sorucuların hoşuna gitmeyeceğini de.
Önce gülümsedi, ardından “ durum iyi değil” diye düşündü. Düşünmesiyle bir
başka gülümseme hazırlığı daha peyda oldu yüzünde. Düşünme, konuş! Bunu,
kendine söyledi. Dışarıdan bakılsa sinirlerinin bozulduğu izlemine kapılmak
işten değildi: Sinirleri boşaldı, sırıtıp duruyor.
“ Seni bekliyoruz A.” dedi sağ baştaki kadın. “ açıklamanı
duymaya can atıyoruz” eklemesi saklamaya gerek görmediği bir küçümseme
içeriyordu.
Büyüksemeye tercih ederdi A. küçüksemeyi. Küçükseme, haksız
çıkarma arzusunu getirir, sizi harekete geçirirdi. Büyük görmek ise karşı
tarafın ummadığı hayal kırıklığını garanti ederdi. Siz dururdunuz, büyükseyen
düşerdi. Küçümseyen sindirmenin keyfini büyütendi öte yandan.
Sinmiş değil, sadece gülmüştü. Daha da gülesi vardı beteri.
Yüz boyunca genişleyecek ağız, “ açıklamam yok, böyle olduğu haliyle” der gibi
küstah, “ kendi boyutumdayım”ı ima edercesine aldırmaz görünecekti. Öyle de
oldu.
Kıpırdanmalar, diğerlerine anlamlı bakış atmalar
belirginleşti. Adamlardan biri hafifçe öksürdü, mesaj vermek ister gibi.
Sarışın kadın parmaklarını saçlarının arasına daldırıp duruyordu. Odanın havası
ağırlaşırken, uyku bastırmış gibi esneyen soru sorma konusunda diğerleri kadar
hevesli olmayandı. A’nın tebessümündeki uçarılık, sözü en fazla geçiyor gibi
görüneni en çok rahatsız etmişti belli ki. “ biraz ara verelim” dedi rahatsız.
Bunu bekliyor olmalılar ki aniden ayaklandılar. Kısa sürecek bir karmaşa
yaşandı; çekilen sandalyeler, fısıldaşmalar, çıkışa ilk ulaşmak için acele
edenlerin itişi kakışı dakikalardır tek düze bir havası olan bu kasvetli odayı
bir an için katlanılabilir kıldı. “ Sen de yüzünü yıka” dediler A’ya. Oralı
olmadı. Odayı terk edişlerinin yarattığı küçük çaplı kaosu hayranlıkla izledi.
Çıkanlar çıktı, A. Odada kaldı. Herkes çıktıktan sonra kapanan kapıya dikti
gözlerini. Sonra bir şey hatırlamış gibi silkinip, ellerini gülümseyişini
korumak ister gibi nazikçe yüzüne kapadı.
Boşalan odanın ağırlaşmış sessizliği dikkatini dağıtmasaydı
cevapları düşünme fırsatı olabilirdi. Daha önce düşünülmemiş gibi, daha önce
düşünülmediği şekliyle. Cevapları değil soruları düşünmeliydi belki de.
Düşünmeyip hatırlamak da bir çözüm olabilirdi. Belki.
İyi bir sorunun cevabı değil, cevaptan sonra gelecek – ki
soru iyiyse getirmeliydi – yeni soruların önünü açması gerektiğini
hatırlamalıydı örneğin. Hatırlasa da zihni hatırladığının – felsefi bir klişe
olduğu için – reddederdi. Olmadı. Başka bir deneme: İyi bir sorunun tüm
zamanlar için “ soru ” olarak kalabilmeyi başarması gerekirdi ki, tekrar tekrar
başka zihinlerce de sorulsun. İki etti: Felsefi klişe! Hiç sormamış olmakla çok
fazla sormuş olmanın aynı kapıya çıktığını hatırlamalıydı belki de. Ya da soru
üstüne düşünmekten vazgeçmeliydi.
Gidenler dönmedi.
Son bir saat içinde sorup durmuşlardı peş peşe oysa.
Oturduğu sandalye bozması koltukta kıpırdandı. Sıkılmış
mıydı? Yok, dedi A. Sıkılmadım. Öyle ya bunalmış olsaydı istediklerini verir;
sordukları, sormadıkları, sormayı akıllarına dahi getiremediklerinin
cevaplarını sıralar, yoluna giderdi.
-
Görür görmez tanımadım!
-
Okur okumaz anladım!
-
İşitir işitmez, unuttum!
-
Dokunur dokunmaz lal oldum!
Tüm cümlelerin sonuna ( uysa da uymasa da ) ünlem koy,
konuyu kapat. Ünlem cümlelerinin doğruluk değeri yoktur, belki de bu odadan
kurtulmanın – herkes için kurtuluş – yolu budur. Doğruluk değeri olmayan
cümlelere en az onlar kadar doğruluk değeri olmayan cümlelerle karşılık verdin mi, soran
da cevaplayan da kısır bir döngünün içinde debelenip durur.
-
Ne anladın?
Anlamak; anlam
vermenin, sunulanı veya olanı yahut olmayanı zihninde şekillendirmenin
sonucudur. Zihnin yapısı belirleyicidir tam da o noktada. Felsefeciler buna
duraksamaksızın konseptüalizm, derler. Aristoteles’ten Kant’a uzanan dikenli
bir yolda yeşillenmiştir. Söz sizden çıkmadıysa, anlam, sizden çıkmamışın
zihninizde bir karşılığının olması koşuluna bağlıdır. Demek ki vardı. Karşılık.
Gözlerim sözcüklerin üzerinde gezindi, zihnim karşıladı. Ne anladığım ise
bende.
-
Nasıl oldu da tanımadın?
Anladığına benzemeyeni tanımıyorsun. Basit. Anladığın sende, tanıman
gereken zihninin dışında. Anlam gerçeğin karşısında güdük bir çaba nihayetinde.
-
Bir deneyim unutulabilir mi?
İnsan kendi zihninden utandı mı , ya kızarır ya unutur ( p V q ): tikel
evetleme. Bende başından beri her şey tümel evetlemeydi ( p Ʌ q )
-
Niçin durmaksızın bağırıyordun?
Sormamak veya
durmaksızın sormak. Bir ve aynı. Lal olmak ve durmaksızın bağırmak da öyle.
A., memnun yaslandı arkasına. Sorucular dönmemişti.
Sorucular dönseydi, cevapları hazırdı. Kurulmamış soruların uydurulmuş
cevapları.
beklemeyi sürdürdü A. Çünkü cevapları hazırdı. Unutmamak
için içinden tekrar tekrar geçirirken o cevapları, gözlerini kapıya dikip
bekledi.
Melek Ekim Yıldız