Neye içkin olabilirsin? Tümüne, ne varsa, yayılmak, kaplamak, içermek ve içerilmek. Ne tuhaf düş! Düş mü, belki de erek gizliden.
Açılmak, açmak, o'na ve ben'e dönüşmek. Büyürken küçülmek hepten ve yeniden hiçleşmek. Ne tuhaf erek! Erek mi, belki de arzu en koyusundan.
Benden çıkmak ve çıktığını ben'e dönüştürmek. Ne tuhaf arzu! Arzu mu, belki de bir fikir tohumu, henüz toprağa düşmemişinden.
Dışındaki dünyaya bakmak, bakma ve görme eyleminin yorgunluğuna dönüştüğünde, ' bakma o zaman ' demiştim. Söze itaat meylim bilinen bir şeydi, bakmayı kestim. Az'ı olmayanların, dibi bulma hevesliliği bende de vardı, gözümü kırpmadım.
Ama insan bakan bir varlıktı: neye bakacaktım?
Dışını terk etmişlerin içe dönüşü bir seçenekti; seçeneklerin en klişesiydi hem de. Yüz vermedim.
İç'in kabaran ve taşan ve yayılan bir oluş olduğunu o zaman öğrendim. Kahve falı bakanların ağzında alışkanlığın sözü: İçin kabarmış. Hayrolsun!
"Kopuş, sükseli bir sözdür" dedi biri, yapışıverdim kopuşa meyletmiş yanlarıma. Kendime bağımlılıklar uydurdum.
Bana sözkolik dediler!
Sakinledim ardından, ' bırak bu iç -dış meselesini,' diyen tatlı dilime kandığımdan.
Sükunet- gidene - ve metanet - kayba-
Büyüyen küçüldü, küçülen büyüdü. Uyku öncesi düşlerimi yarım bırakıp sızıverdim geceden geceye.
Düşünde kelebek olduğunu gören adamın, adam olduğunu gören bir kelebek mi, yoksa kelebek olduğunu gören bir adam mı olduğuna ilişkin kadim sorunun etrafında dolandım, eski bir şarkıyı mırıldanarak. Ne fark ederdi? Cidden!
Dış'ın iç, iç'in de dış olma ihtimalini sevdiğim anda; ben benim, o ise hep oydu. Anladım ve yanaştım ihtimalin dibine. Yayan ve yayılan bir 'şimdi"de, "ortada bir varlık " olarak iç içe geçmişliğimizin ağırlığında, " kopuş"un süksesine özeniyorum, yalan yok.
Biliyorsun kopmayı ve oradaymışsın gibi rol kesmeyi.
Biliyorsun yapışmayı ve orada değilmişsin gibi zulada devasa bir göz olmayı.
Durmaz, durdurulamaz bir genişleme hali kalbim, ondan daha azgın bir akış zihnim. Kimse, ama hiç kimsenin önüne geçemeyeceği sessiz bir inatçılıkla usulca ilerliyor.
İç dış'ı kaplarken,
dış, iç'in içleminde nihayetinde.
Bir de bakmışsın, öyle işte.
Mey
24 Ağustos 2020 Pazartesi
5 Ağustos 2020 Çarşamba
Öykü Bu
Atları salmışlar…
Yol uzayacak gibiydi. Yolun kendisi uzamaz. Yolu alan varışı
geciktirir olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır, geriye bakar, geride
kalandan medet umar kimileyin. Yolun suçu yok, yolda olan da suçlanabilir mi,
değişir.
Vakitlice çıkmalı, diye düşünmüştüm. Öyle ya, sıcağa kaldın
mı çekilmez olur yol da yolculuk da. Gün doğmadan uyanmalı ve yola düşmeli.
Annemin demesiyle, gece yatmayı sabah kalkmayı bilmeyenlerden oluşumu hesap
edememiştim her zamanki gibi. Kalk, kalk öğle oldu! Çarçabuk hazırlanma,
aceleye getirilmiş bir çıkış, acelenin evde unutturdukları. İpinden koparılmış
tazılar gibi şehri terk ediş. Trafik kilitlenmeye yüz tutmuşken il sınırını
geçiş. Sonra, yolun tenhasında geceyi de içine alacak uzun mu uzun bir gidiş.
Gidesim yoktu aslında. Çok önceden planlanmış bu yolculuğun
başlangıç zamanı yaklaştıkça isteksizlik büyümüştü içimde. Götürülecekleri
hazırlayışı ertelememden belliydi canım yol çekmiyor, evden çıkmaksızın geçen
günlerin serilişini bırakıp gidesim gelmiyordu. Vakit geldi, enikonu zorladım
kendimi ve işte yoldayım. Şehri çıkar çıkmaz isteksizliği yenip, arkama
yaslanarak müziğe ses verdim. Alabildiğine uzanana bozkırları geçeceğim önce,
ardından biraz yeşillenecek geçtiğim yollar. Kalabalıktan uzak, tenha ve çayı
bozulmamış uğraklar bakınacağım birkaç saatte bir. Neşeli şarkılar dinleyeceğim
eşlik etmeksizin ve yanıma almayı unuttuğum eşyaların listesini uzatacağım
zihnimde. Ardımda bıraktığım büyüklü küçüklü kentleri mekân tutmuş öyküler
kuracağım, uyku bastıracak derken, kenara çekip gözlerimi kapatırken atları
düşüneceğim. Böyle böyle azaltacağım
yolu.
Atları…
Azar azar ölüyor istek. Pis çağ, ondan. İnsandan vazgeçiliyor
ilkin. Kendine uzanacak bir vazgeçiş yolu yürüyorsun günbegün. Haber tiksintisi
ile başlıyor, sosyal medya denilen şey büyütüyor iğrenmeyi, sokak insan demek,
her yabancı tehlike. En savunmasızlara yükleniyor kötülük. İzlemesi sana işkence.
Kimseye inanasın gelmiyor. Arapçadan geçme siyaset sözcüğü, seyisat’tan
geliyor. Aynı mekânda uyuyamaz atlar, haz etmezler dar alanları paylaşmaktan. Ondandır
her birini ayrı bölmeye koyarlar haralarda. At gibisin kardeşim! Seyisinin kokuşmuşluğu
her yerinde.
Atları Salmışlar…
Sivrihisar’ın sivri olan ucu görünüyor uzaktan. Arka koltukta
taşıma kutusunda hapis kedi cılız bir itiraz nidası veriyor. Yatıştırıcı olduğunu
umduğum bir sesle avutmaya çalışıyorum kediyi, taşıma kutusunun imgesi sesimde
yalan bir tınıya dönüşüyor. Kendi yalanını yakalamışların utanmaz olmayı
öğrenmeleri işten değildir, utanmıyorum. Şoförler Odası’nın bir tesisi olacak
şuralarda bir yerlerde, çayı iyiydi. Kaçırmamak için dikkat kesiliyorum. Azı gitti
çoğu kaldı yolun. Yol yürümek öğretir, diyen biri vardı sanki. Omuz silkiyorum,
kimdi hatırlayamayınca. Yürüyen mi kaldı? Allah vere de adamlar çayı bozmamış
olalar’dan başka bir şey düşünecek halde değilim. Hal mi kaldı? Kedi sesleniyor,
sesine sesleniyorum, ne varsa sesimde topu yalan dolan.
Çay kötü. Kaynamış, kaynamış kendi olmaktan çıkmış.
Maskeleri çene altında insanlar safları sıklaştırıyorlar. Kaptığım gibi sepeti kaçar
adım yoluma düşüyorum.
Atları…
Ne vakit birileri anlamsızlıktan dem vursa, hâkim olamıyorum
kendime, hermeneutik sözcüğünü binlerce kez yineliyorum zihnimde. Sevgili
Hermes, az öte git. Kültüre dayalı (kadınları, çocukları hayvanları ); tarihe
dayalı ( diri yakılanları, bombaları, ölmeye yatırılanları); deneyime dayalı (
yalancıları, korkakları, kibirden önünü göremeyenleri) hermeneutik bir
bataklığa gömme alışkanlığındandır anlamın metan zehirlenmesi. Eğer çarpıcı bir
dizeye denk gelirsek biraz daha derin bir düzeyde anlayışa ihtiyacımız olur. Dizeleri
yorumlarken bir bütün olarak şiir anlayışımız değişmeye ve bundan dolayı
kavrayışımız derinleşmeye başlayabilir. Bu duruma “hermeneutik döngü” adı
verilir. Rica ederim.
Atları salmışlar…
Herkes Afyon’da mola verir. Yolun yarısı. Teğet geçelim,
dedim kediye. Gün çekilirken denize gireriz. Gözümde büyüyor yol. Yolun kendisi
uzamaz. Yolu alan varışı geciktirir olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır,
geriye bakar, geride kalandan medet umar kimileyin.
Geride gözüm yok oysa.
Atları salmışlar, çölü büyütmüşler. Hermeneutik bir tiksinti
bırakmışlar.
Geride kalan ben, varan ben’e lüzumsuz bir göz kırpış oldum
olası. Neyse ki atları…
Mey
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)