Kuşlar gelecek, dedilerdi.
Bekledim. Sonrasında olan biten her şeyin nedeniydi kuşların gelmeyişi ve
gelmeyeni bekleyişim. Kuşlar gelmedi, ben uykumu kaybettim. Ardından hayatıma,
nereden çıkıp geldiği belirsiz o cin giriverdi. Uyku cini.
( Uyumuyor. Uykunun vaat
ettiklerine karşın direniyor gözlerini kapamaya ve durumu açıklamasını
istediğim her seferinde aynı yanıtı veriyor fısıldamayı andıran bir sesle. Bu,
diyor kalbe aklın verdiği hiza. Anlamakta zorlanıyorum. Kalbe aklın verdiği
hiza? Elbette zorlanırım, ben bir uyku
ciniyim. İnsan denen bu derdi bitmez varlığı uykuya hazırlayan; o, uykuyu
‘ölümün kız kardeşi’ olarak tanımlarken, yattığı her uykuda ölümü prova
ettiğini görmezden gelerek, rüyalar diyarının kapısını ona açan benim. Ama
türün bu üyesi uyumuyor.
Elini tutsam? Saçlarını okşasam
ya da? Kulağına eğilip kalbine dokunması muhtemel, yüzyıllar öncesinde bir
bebeğe söylenmiş, o ninniyi söylesem uyur mu? Belki. Yüreğinde cevaptan çok
soru taşıyan uyuyamaz, derdi eskiler. Uyku cinlerinin var olma nedenlerinden
biridir insanoğlunun cevapsız soruları zihninde taşıyıp durması. Ve şimdilerde anlıyorum ki, esas neden onun
bir kalbinin olmasıymış. )
Yatağa girer girmez gözlerini
yumup uyuyabilen o şanslı insanlardan değildim. Öteden beri, uyumadan önce
ertesi gün olacakların, olabileceklerin en çok da olsa iyi olacakların
kurgusuna dalmadan uyuyabildiğim olmamıştı. Kuşların gelmeyişinin uzattığı geceler,
‘yarın merakı’ adını verdiğim uğraşı uzun saatlere yaymaya
başladığında geldi. O işte, uyku cini. Vaat ettiği rüyalar ülkesinin
güzellikleriyle aklımı çelme çabası işe yaramayınca, çareyi ‘yarın merakı’na ortak
olmakta buldu. Kurgunun asıl sahibi oluşu ise, bir gece içine kıvrıldığım
yatakta yanıma sokulup, ardından da yastığın üzerine bıraktığım başımı yarım
bir ay gibi bedeniyle çevreleyerek sağ kulağıma fısıldamaya başlamasıyla
gerçekleşti. Başımı sarmalayan bedeniyle başlangıçta verdiği tedirginlik,
günden güne kimileyin sinir bozan kimileyin yatıştıran sesinin yarattığı
vazgeçilmez bir alışkanlığa dönüştü. Benim için olan bir yarının, benim
yarınımın hikâyesini anlattığı geceler boyu uyumadım ama dinledim, onu dikkatle
dinledim.
( Hayat kendi rotasını dayatan bir
deveran. İnsanoğlunun kabullenmeye direnç gösterdiği yegâne bilgi bu olmalı.
Öncekinden farklı bir yarın umudu ise, bıkkınlık verici aynılıkla savaşının
pusatı. Kuşların gelmediği, gelmeyeceği bir yarını katlanılabilir kılacak
büyülü sözleri bulabilme telaşımın arasında anlıyorum bunu. Başına dolanmış bir
haleyim ve uyuması için, düşler ülkesinin kapısını aralamak yerine inanması
için bir yarın yaratmanın peşindeyim. Ve hala bir uyku ciniyim.)
Yüreğine binlerce kuş konacak
yarın, diye fısıldadı bir gece. Karanlıkta gülümsedim. Gün aydınlanırken
göğünde duraklayıp sessizce süzülecekler. Çok sessiz olacaklar ama yine de
bileceksin geldiklerini. Ardından içlerinden birinin şöyle dediğini
işiteceksin: “ Biliyor musun, bazı kuşlar gök incinmesin diye kanat çırpmaz,
havada sessizce süzülürler.” *
Başımı kaldırıp ona bakmak
istedim. Davranmama kalmadan eliyle engelledi. Onlarca sorum vardı sormak
istediğim, eli bu kez söze açılmış ağzımın üzerindeydi. Göz kapaklarımı
ağırlaştıran mırıltısını işitiyor, nicedir kuşlar yerine uyku cinimi beklemekte
olduğumu söylemek istiyordum. Ninniyi andıran o mırıltıya, saçlarımın arasında
dolaşan eline yenik düşmekte olduğumu biliyor ve tebessümü engelleyemiyordum.
Uykuya kapılan zihnim benden kopup gitmeden az önce, “ Bak işte bu da kalbin
akla verdiği hiza.” dediğini işittim. “Şimdi uyu!”
* Gökhan Arslan
Melek ekim Yıldız / mey
Masanori Sugisaki