Gözümü yumuyorum,
hayat.
Gözümü açıyorum,
rüya.
Mey
19 Mayıs 2018 Cumartesi
11 Mayıs 2018 Cuma
Anlatılmayan
Öykünün, diye başlasam olmazdı. Masal da diyemiyordum, çünkü
masallar eninde sonunda herkesin yüzünde bir gülümseme oluştururdu. Öykünün özgül
hüznü, masalın akıldışı neşesi işimi görmezdi. Belki hikâye. Mutlaka hikâye. O,
kederi de alırdı içine gülüşü de. Yeterli miydi, emin olamıyordum. Sonuçta, iyi
yönetilememiş duyguların ve hepten yetersiz kalmış düşüncelerin bozduğu bir
grup insandık. Ve bu grubun yaşamının kenarından köşesinden geçen veya dip köşe
aldırmadan tam ortasından vurup, vurduğu yerde bir göçük oluşturan bir olayın
hikayesini anlatmaya cesaret edecek - şimdilik - benden başka kimse yoktu. Diğerlerinin
kendilerine bile diyemediklerini, diyemedikleri o yerden – zihnin sotası mı
desem, kalbin zulası mı yoksa – çıkarıp ve daha çok kurup açık edebilecek tek
kişiydim. İlkin öykü demeye niyetlenmiştim. Öyküleştirme çabasının dilime, bir
türlü yok edemediğim bir şiirsellik eklemesinin başıma bela açacağını, haddini
aşan cümlelere meyletmeme neden olacağını nihayetinde fark etmem, iyi oldu. Özgül
olanın bir ilineğe dönüşmesi, haksızlık olurdu. Hepimiz için. Kendimi derhal
durdurdum. Masalsı bir yanı yok değildi, ama olan bitenden sorumlu tutacağım
bir kötü adam bulamayacağım gibi, öyle birini yaratamazdım da. Fenası iyi adam
da yoktu. Canavarlar vardı ama. Canavarlaşmış arzular. Bizi biz olmaktan
çıkarıp, biz olmayan bir dolu sözü bize ekleyen ağzı ateşli ejderhalar. Yok, masalın
altından kalkamazdım. Geri dur, dedim kendime. Yapabildiğini yap. Becerebiliyorsan,
işte hikâye şuracıkta! Hikâyeye soyundum. Onun da zor olacağını düşünememişim.
Zorluk bendendi. Bu yüzdendi işte o sıkıntı.
Belliydi. Sıkıntı büyüyecekti. Belli olmayan, ne kadarlığına
beni içinde tutacağıydı. İçinde olmak, aynı kalmamak demekti. Beni dönüştürecekti.
Ondandır, Kant’ın tanımladığı “analitik doğrular“gibi hissediyordum kendimi bir
süredir. Neresinden baksan kendine çıkan, söylenmişin içinde söylenmemiş bir
şey barındırmayan o aleni önermelerden farksızdım: “Bütün babalar erkektir.”
Yüklemin özne içinde içerilmiş olması. Analitik bir doğru, hadi önerme diyelim
buna, olmanın üzerime tam oturduğunu görebiliyordum. Hiçbir potluk yoktu, ne de
bir sarkma vardı. Tamı tamına böyleydim. Doğaldır ki sıkıntının büyüyecek gibi
görünmesi, sıkıntılı bir durum değildi nazarımda. Bütün sıkıntılar sıkkınlık
içerir. Yıllardır ilk kez bir mayıs ayının içinde olmak heyecan duymama neden
olmuyor; yanında geçtiğim hanımellerinin, iğdelerin, ıhlamurların yaydığı
kokular hafifmeşrep bir gülüşü yüzüme yapıştırmıyor, öğleden sonraları
indiriveren yağmurlar tenime değmiyordu. Bu da sıkıntı değildi, sebebini üç
aşağı beş yukarı bilir gibiydim. Sebebi dile dökebiliyorsanız en azından bir
sentetik doğrunuz var demektir ki, bu ferahlıktır zihne. Anlatılması gerekeni
anlatmanın yolunu bulamamak, ki bu ilk oluyordu bana, usulca hikâyeden utanmaya
başlamama neden oluyordu. Ben utanırsam, diğerleri silinip giderdi. Endişe
etmeme kızıyordum bir yandan da. Silinmeye, silinip gitmeye razı gelmişlerse
kendileri bilirdi. Ben kendimden mesuldüm. Bizden değil. Biz deyince, manzara
komik görünüyordu: Hikâyeyi kuramayan ben, öyküsünü anlatamayan öteki, masalı
reddeden diğeri. Yaşamasızlık engeli, canımıza okumuştu besbelli. Analitik varlığımı
kabullenip, sentetik cümlelerimi ceplerime gizleyip, başımı alıp zihnimin
sessizliğine çekilmem gerektiğini görmüştüm nihayetinde. Hikâyeyi durdurdum,
öykü ve masalı sahiplerine terk ettim. Ama umudumu yitirmedim. Eğer anlatılması
gerekiyorsa, illa anlatılacaksa… Bildim ki, günü geldiğinde her birimizin birer
hikayesi, birer öyküsü, birer de masalı olacak. Yettiği kadar keder, yüzümüzün
aldığınca gülüş, belleğimizin gücü kadar şiir. Sebebini üç aşağı beş yukarı
bilir gibiydim. Sebebi dile dökebiliyorsanız en azından bir sentetik doğrunuz
var demektir ki, bu ferahlıktır zihne.
Mey
1 Mayıs 2018 Salı
Beklendiğini Bilmeyen
Beklendiğini bilmeyen rüzgar,
günün birinde gelip saçlarına dolanacak için
uzatıyor kendini şu sarmaşık.
Günler gecelere uzanıyor,
aylar mevsimlere.
Beklendiğini bilmeyen şu yağmurları kucaklıyor,
beklemeyi iyi bilişine seviniyor.
Geceler günlere iniyor,
mevsimler kendinden memnun bir tebessüme.
Bekleme yenilerken kendini,
rüzgara yağmur düşlüyor yağmura delişmen bir rüzgar.
Eskiyen beklemeden tazesini doğuruyor.
Suya
ve
esintiye.
Mey
günün birinde gelip saçlarına dolanacak için
uzatıyor kendini şu sarmaşık.
Günler gecelere uzanıyor,
aylar mevsimlere.
Beklendiğini bilmeyen şu yağmurları kucaklıyor,
beklemeyi iyi bilişine seviniyor.
Geceler günlere iniyor,
mevsimler kendinden memnun bir tebessüme.
Bekleme yenilerken kendini,
rüzgara yağmur düşlüyor yağmura delişmen bir rüzgar.
Eskiyen beklemeden tazesini doğuruyor.
Suya
ve
esintiye.
Mey
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)