Gülümsediğimde… Ara sıra gülümserim ama dur bakalım, galiba
bu aralar biraz daha nadir. Evet, tamam. Gülümsediğimde, dünyayla aramdaki
mesafenin değişime uğradığını hissederim. Birimizin hızı artar yani. Kiminde o
beni geride bırakır, kiminde ben onun önüne geçerim. Sözün aslı birimiz
diğerimizden uzaklaşırız. Bundan iki tarafın da şikâyeti yok. Yok, çünkü olduğu
haliyle ve olduğum halimle yabancıyız en baştan birbirimize.
Zoraki bir kabul dünyanınki ben söz konusu olduğumda, biliyorum. Ben de çok
farklı hissediyor sayılmam ona karşı. Birbirimize göre olmadığımızın farkında
olalı çok oldu. Epey oldu ya, yine de celbi, o beni içinde tutuyor farklı bir
seçenek henüz oluşmadığından. Ben de onun beni çevreleyişine rıza gösteriyormuşçasına
suyuna gider görünüyorum. Ama gülümsediğimde, bir gülümseme anı boyunca
kurtuluyoruz birbirimizden. Daha sık gülümsemeliyim, diyorum kendime.
İçtenlikle ve dünyayı beni unutacak kadar dışımda tutarak. Zorla da olmuyor
ama. Numaradan gülsem diye hinlik edesim gelmiyor değil. Ama dünya bu. Anlamaz
mı? Anlar elbet. Anlar ve beni sarmaladığı kollarını daralttıkça daraltır
domuzuna. Gerçekliğine dair şüpheye mahal vermeyecek gülüşler ummaktan başka
çıkarım yok. Yine de gülümsediğimde, ara sıra oluyor, dünyanın kötücül çehresi
silinir oluyor, insanı bir yana, derdi öte yana atıyor. Bir ben kalıyorum
genişleyen yüz kaslarımın içimde sota bir yere pervasızca uzanıverişinde.
A.’nın benden farkı yok. Tek tük gülümseyişlerinin kendisini
dünyanın dışına atıyor olduğunun bilincine henüz ermemiş oluşunu bir yana
bırakırsak o da ben gibi kendisinden haz etmeyen bir dünyanın kollarında
debelenip durmakta. Şimdi durup dururken A. da nereden aklıma geldi? Dünkü yüzü
beliriyor gözlerimde soruya cevap niyetine. Epeydir oturmamış; oturup boş
konuşmalarla süslediğimiz suskunluğumuzun tadına bakmamıştık. Özledin mi, diye
soran olsa… Özlediğim de yok. Yolumuz kesişir, zamanımız uyarsa ben onun için
olurum o da benim için olur geçiciliğin doldurulması gereken boşluğunda.
Eskiden sevişirdik de. Şimdiler de ikimizin de içi çekmiyor olmalı ki, kimsenin
gözlerinde o hafifçe kararmış bakış belirmiyor.
Hava sıcaktı, bira istedik. Kocatepe’nin gözlerden gizli,
insanı şaşırtan yeşilliğinin ortasına kurulmuş çay bahçelerinden birine
oturmuştuk. Caminin avlusu orası, ne birası demeyin. Hangisine oturacağınızı
bilirseniz birası da var soğuk tarafından. N’apıyorsun, diye sordu A. Bir şey
yaptığım yoktu. N’apayım, dedim. Sen n’apıyorsun? N’apayım, diye yanıtladı.
Gülüştük. Hoop işte, önümüze geçti dünya. Göz ucuyla izledim bir an önce uzaklaşmak
için hızlıca devinişini. A.’ya söylemedim ama. Henüz değil.
Memleket meseleleri bir süre sonra konuşmayı anlamsız
kılacak denli çetrefilliydi. Kısa kestik. O bir iki film, dedi. Ben birkaç
kitaptan söz ettim. Kapitalizm karşıtı replikleri ve göndermeleriyle ağzımıza
bir parmak bal çalan bir iki yeni diziden dem vurduk. Normal, şuramıza kadar
gelene dek bu böyle sürdü. Yeter artık, diye çıkışınca ben, A. çok gerginsin
müzik dinle biraz deyiverince gülüş kahkahaya evrildi bende. Dünya depar attı o
sıra. Mesafe büyüyor, diyesim tuttu. A.’nın gözleri kısıldı. Mesafe mi, diye
sordu oltaya irice balık vuracağını sezmiş gibi. Yok bir şey diye
geçiştirebilirdim belki ama onun da gözlerinin açılmasının zamanı gelmişti bana
kalırsa. Söylediklerimi bu yüzden söyledim. İlkin anlamadı. Yineledim tabii.
Düşünce tarihinin o büyük kahramanlarının, işitebilselerdi, onay verecekleri
temellendirmem, A. ‘nın kafasını karıştırmış gibiydi. Etraflıca sordu. Ağzım
laf yaptığından ballandırarak anlattım bir kez daha. Aklına yatıyor gibi
oluyor, sonra bakışlarından şüpheci bulutlar geçtiğini göreyim diye kocaman
kocaman açıyordu gözlerini.
Biz gülümsediğimizde mi oluyor yani, diye sordu kim bilir
kaçıncı kez. Başımla onayladım. Benim, dedim. Önüme geçiyor daha çok, seni de
gerisinde bırakıyor. Niye, diye sordu artık ısınmış birasından aldığı yudum
nedeniyle yüzünü buruşturarak. Bazılarımızı içinde istemiyor belki de, dedim
ama dediğimi çok mantıklı bulmadığım her halimden belliydi. Diyorsun ki, diye
üsteledi. Dünyanın ritmini bozan bir şey var gülümseyişimizde, öyle mi? Galiba,
dedim gizemlice. Emin olamayışın insanı gizemli olana yakın kıldığını düşündüğümden
söz etmedim elbette. Şüphesine şüphe eklemenin âlemi yoktu. Biraz sustuk. O,
dediklerimi düşündü muhtemelen, ben delice olanı bölüşmenin hafifliğiyle etrafı
izledim. Çay bahçesinin hoparlöründen yükselen o berbat şarkının dilime
dolanacağından emin bekledim A.’nın paylaştığımı zihnine kabul etmesini.
Sen bu durumdan memnunsun ama öyle mi, dediğini duyduğumda
bakışlarımı çevirdim yüzüne. Suratındaki ifade ses etmemem gerektiğini
düşündürdüğünden omuz silktim. Burası çok sıcak, dedi A. o sıra. Sıcaktı. Sana
mı gitsek, dedim ani bir kararla. Gülümsedi. Gidelim bence, dedi. Gülümsedim. Yolda,
az önce dilime dolanmış şarkının berbat nakaratını mırıldanırken gördüm. Benim
ömümde, A.’nın gerisindeydi. Dünya. Ritminden haz etmiyorum dünya efendi, diye
fısıldadığımı duyan A.’nın yüzünde beliren ifade zihnime o an kazındı işte.
Dünden beri…